26 Nisan 2024
Camiler

AHİ KIZI MESCİDİ – ANTALYA

Bir Selçuklu Binasının Osmanlı Devrinde Yeniden Kullanımı

Kaleiçi, Selçuk Mahallesi Mektep Sokak 9 numarada bulunan binanın inşa ve onarım kitâbesi yoktur. Kare planlı ve üzeri alaturka kiremitlerle kaplı tek kubbeli kübik bir mescit görünümündedir. Kubbesi hayli basık olduğu için dışarıdan pek algılanamaz.

Kuzey cephesine eklenmiş betonarme son cemaat yeri yenidir. Binanın kuzey cephesinde, ortada sivri kemerli bir kapı ile bunun iki yanında yine sivri kemerli birer pencere bulunur. Doğu cephesinde, ortada, hayli yüksek ve dar sivri kemerli bir pencere ile bunun kuzey yanında yer alan ince ve uzun bir mazgal pencere yer alırken, batı cephesi tümüyle farklı bir pencere kuruluşuna sahiptir. Buna göre, cephenin aşağı yukarı ortalarına gelecek şekilde, düşey bir hat boyunca sıralanan dikdörtgen formlu üç pencere bulunmaktadır. Binanın güney cephesi, bitişen konut dolayısıyla kapatılmış durumdadır.

Mescidi örten kubbeyi yarım daire profilli bir etek silmesi çevirir. Özgün duvar dokusu ve varsa kubbeye geçiş unsurları anlaşılamamaktadır.

İbadet mekânının giriş aksında, yarım daire profilli basit ve gösterişsiz bir mihrap bulunmaktadır. Mihrap nişi yuvarlak kemerlidir.

“Ahi Kızı Mescidi” olarak bilinen ve bu adla yayınlara giren bina, bazı araştırmacılar tarafından Hamidoğlu Beyliği dönemine ve 14. yüzyıla tarihlendirilir. Fakat bunu gösteren herhangi bir kitâbe veya yazılı kaynak yoktur. Olasılıkla aynı mevkideki 15. Yüzyılın ikinci çeyreğine ait Ahi Kızı Türbesi dolayısıyla, mescidin de aynı kişiye izafe edildiği söylenebilir.

Binanın Doğu cephesindeki sivri kemerli pencere ile batı cephesindeki düşey bir hat boyunca sıralanan üç pencere arasında en ufak bir biçimsel ilişki kurulamadığı gibi, bu cephedeki üç pencere de birbirinden farklıdır. Mescidin kuzey cephesindeki iki pencere ile doğu cephesindeki sivri kemerli pencerenin ve batı cephede ortada yer alan içeriden sivri kemerli görünen alt pencerenin ihtimal aynı zamana ait oldukları düşünülebilir; fakat, batı cephesindeki iki pencerenin de, çok sonraları açıldığına şüphe yoktur.

Doğu, batı ve kuzey cephelerindeki mazgal pencereler, ince ve uzun dikdörtgen açıklıklar şeklinde cephe yüzeyine yerleştirilmiştir. İbadet mekânına doğru genişleyerek açılan bu pencerelerin, tek kubbeli kübik mescit fonksiyonu gören böylesine küçük bir yapıda yer alıyor olmaları, oldukça şaşırtıcıdır. Mazgal pencerelerin, daha önceden, binanın ilk inşaatına ait aslî elemanlar olduğu, diğer pencerelerin ise, yeterli ışık sağlamak amacıyla sonradan açıldığı söylenebilir. Bu durum, söz konusu binanın, bir mescit olarak inşa edilmediği, aksine, başka bir fonksiyon gördüğü anlamına gelebilir. Nitekim, dıştan, alaturka kiremitlerle kaplı bir çatı tarafından gizlenmiş olan kubbenin, kilit taşını da aşarak yükselen güney cephe duvarı ile perdelenmiş olması ve kubbe yükünün güneyden bu duvara bindirilmesi de, daha önceden mevcut bir yapının tadil edildiğini düşündürmektedir. Kubbe ile bina arasındaki bu anomali, kubbenin binaya sonradan ve beceriksizce oturtulduğunu açıkça göstermektedir.

Şu halde, sonradan tadil görüp mescide dönüştürülmüş bu bina ne olabilir?

Antalya Kaleiçi’nin Selçuklu devri için halâ belirsizliğini koruyan en önemli bölümü, şehrin batı kesimindeki yerleşmenin yorumundaki güçlüktür. Batı kesimi, anıtsal inşaatların yoğunlaştığı, adeta kamuya kapalı olduğu izlenimi veren özel bir sahayı kapsamaktadır. Güney-batı köşedeki inşaatın Hellenistik çağa kadar inen bir geçmişinin bulunduğu ve akropolis fonksiyonu gördüğü ve bu kentsel parçanın Selçuklu devrinde de bir İçkale olarak kullanıldığı iddia edilebilir. Bu önemini geç tarihlerde de sürdüren, bugün mevcut Tekelioğlu Konağı ve müştemilatı için bazı belgelerde “saray”, “aşağı konak” ve “içerü konak denilmesine bakılırsa, Osmanlı devrinde yeni idari otoritenin merkezi konumundadır. Topoğrafyanın eğim çizgilerine, eski fotoğraflarda görülen duvar kalıntısına ve Lanckoronski’nin Attalia’nın Antik dönem sur çizgisini işlediği haritasına bakıldığında tesbit edilebilecek muhtemel sur çizgisi bu bölümün Selçuklu devrinde de kara tarafından surlarla çevrili olduğunu ortaya koymaktadır.

Mevcut duruma göre, kare planlı bina da bu hipotezi destekler mahiyettedir. Binanın üç cephesinde yer alan beş adet mazgal pencerenin, bu haliyle, içte, bölüntüsüz tek bir mekânı aydınlattıklarına şüphe yoktur. Bu durumda, karşılıklı olarak yerleştirilmiş mazgal pencerelerle aydınlatılan bu mekânın benzerlerine dayanarak, bir “burç” olması ihtimal dahilindedir. Binanın güney-batı köşesinin, kuzey-güney doğrultusunda uzanan bir duvar ile irtibatlanması, bu duvarın, bir sur parçası olabileceğini düşündürmektedir. İlk inşaatı Selçuklu devrine inen, fakat zamanla fonksiyonunu kaybedip tek başına kalmış böyle bir burç kalıntısının, sonradan, bir mahalle mescidine dönüştürülmüş olduğu düşünülebilir.

*Dr. Leyla Yılmaz, Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sanat Tarihi Bölümü, 06100 Sıhhıye – Ankara.