14 Aralık 2024
Camiler

BEYLERBEYİ CAMİİ – İSTANBUL

    Beylerbeyi Cami ya da diğer bilinen adıyla Hamid-i Evvel Camii İstanbul’un Beylerbeyi semtinde bulunan 18. yüzyıl yapısı bir selatin camisidir.

   Üsküdar Beylerbeyi’nde Yalıboyu Caddesi üzerinde bulunan Hamid-i Evvel Cami, 1777-1178 yıllarında I. Abdülhamit tarafından annesi Rabia Şermi Sultan’ın anısına Baş Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya inşa ettirilmiştir. Bina emini Şehremini Hafız El-Hac Mustafa Efendi’dir.

    İstanbul’daki yalı camilerinin en güzellerinden kabul edilen yapı, eski Beylerbeyi (Istavroz) Sarayı’nın Hırka-i Şerif hücresi dairesinin bulunduğu yere Sultan I. Abdülhamid tarafından annesi Rabia Sermi Sultan’ın anısına yaptırılmış ve 15 Ağustos 1778’de ibadete açılmıştır. Padişahın Bahçekapı’da inşa ettirdiği külliyenin doğal bir devamı olarak görülür.

Kimi kaynaklara göre caminin mimarı dönemin Baş Mimarı Mehmed Tahir Ağa’dır; kimi kaynaklara göre mimarı belirsizdir.

   Cami Barok üslupta olup taşıyıcı duvarları kesme taştan inşa edilmiştir. Merkezi tek kubbeli mihrab üstü yarım bir kubbe ile vurgulanmış sekizgen tabana oturan bir yapıdır. Ana giriş deniz tarafındandır. Günümüzde kullanılmayan bu girişin hemen önünde caminin önüne gelen padişahın ata binişini kolaylaştıracak biniş taşı bulunur. Son cemaat yerine deniz tarafından on bir basamaklı bir merdivenle çıkılmaktadır. Son cemaat yerinin doğusunda küçük bir oda yer almaktadır. Bu odanın kayyum odası olarak düşünülmüş olması muhtemeldir

    55 pencereli ve iç mekânda kalem işleriyle süslü duvarlarda hem Osmanlı hem de Avrupa çinileri göze çarpar. Kubbe kasnağında Yesârîzâde’nin celî sülüsle yazdığı ve 1945 yılındaki tamirde hattat Halim’in yenilediği “esmâ-i hüsnâ” bir kuşak halinde dolanır.

   Caminin zemini sürekli su akıntılarının etkisinde olduğundan inşasından kısa bir süre sonra 1810 – 1811 yıllarında II. Mahmut’un devrinde değişikliğe uğramıştır. Son cemaat yeri değiştirilmiş ve minaresi yıkılarak iki yeni minare eklendiği gibi caminin güneyine muvakkithane, deniz kıyısında dört cepheli çeşme ve muvakkithanenin yanına hünkâr dairesi inşa edilmiştir. 19. yüzyıl boyunca çeşitli onarımlar geçiren yapı, 1894 depreminde büyük hasar gördü. 1969 yılında ciddi bir restorasyondan geçmiştir.

    Beylerbeyi Camisi 13 Mart 1983 tarihinde bitişiğinde bulunan Debreli İsmail Paşa yalısında çıkan yangında kubbesinin ahşap bölümü zarar görerek çökmüştür. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hızlı bir şekilde restore edilerek 29 Mayıs 1983 tarihinde tekrar ibadete açılmıştır.

    2013 yılında Vakıflar müdürlüğü tarafından başlatılan yenileme çalışmaları sona ermiş ve cami tekrar açılmıştır. Şu an hâlen kullanılır vaziyettedir.

YAPININ SÜSLEME ELEMANLARININ İNCELENMESİ

Caminin kubbe kasnağında, Yesârîzâde’nin Celi Sülüs olarak yazdığı Esma-i Hüsna bir kuşak halinde dolanır. Üç sıra halindeki oval kemerli pencereler iç mekâna bolca ışık sağlamakla beraber iç tezyinatı oluşturan barok süslemeler ana mekâna daha büyük bir görünüm sağlamaktadır. Dörtgen şeklinde bir taşkınlık yapan mihrap önü mekânı bir yarım kubbe ile örtülüdür. Mihrap nişinin tam üstündeki bir çini panoda İhlas Suresi yazılıdır. Sivri ve yuvarlak kemerli pencerelerin üzerindeki kalem işi çerçevelerle, renkli camlarla süslenmiş alçı pencerelerdeki bitki tezyinatı barok etkiyi arttıran başlıca unsurlardır.

  Yapının kara tarafına doğru kare planlı çıkıntının ortası mihrap olarak ayrılmıştır. Bu gölgenin tam ortasına daire planlı mihrap hücresi bu alanın içine yerleştirilmiştir. Mermer silmelerle çevrili mihrap hücresi ‘SĶ ve ‘CĶ kıvrımlı bir kavsara kemeriyle taçlandırılmıştır.

  Mihrabın iki yanındaki iri hilal âlemli sütunceler bulunur. Mihrabın sağından başlayarak mihrap kısmında kesintiye uğrayan kuşak yazısında “Ayet-el Kürsi”, Celi Sülüs olarak yazılıdır.

   Camide kullanılan çinilerin İstavroz Sarayından getirilmiş oldukları bilinmektedir. Farklı dönemlere ait çinilerin kullanıldığı camide İznik çinilerinin hâkimiyeti söz konusudur.

   Camide bulunan bütün çiniler sır altı tekniği ile fırınlanmıştır. Sadece mihrabın üstünde bulunan lacivert renkli çiniler altınlanarak bir daha fırınlanmıştır (Lüster Tekniği).

  Ayet-el Kürsi yazılı kuşakta lacivert zeminde beyaz harflerle yazılmış olan yazının köşebentleri kırmızı zeminli Rumilerden meydana gelmiştir. Yazının başlangıç ve bitiminde iki karodan oluşan bahar dalı parçası görülür. Yazıların kapalı alan oluşturan harflerinin içi turkuazdır.

   Rumi ve yaprak motifli çini karolar döneminin bütün özelliklerini göstermesi ile birlikte

Klasik dönem ile benzerlikleri bulunmaktadır. Gelişi güzel dizilmiş olan çini karolar Kompozisyon bütünlüğünü sağlamamaktadır. Yapıda ayrıca mihrap duvarında bulunan çinilerden farklı çinilerin bulunmasının sebebi ise yapının zamanında türlü badireler atlatmasından dolayıdır.

   Camide bulunan beyaz üzerine lacivert bezemeli çiniler aynı dönemde yapılan Ayazma

Camisinde de bulunmakta ve yapım üslubu olarak Çin çinisi olduğu görülmektedir. 18. yüzyıl yapılarında Çin çinileri kullanılmaktadır. Bunun nedeni ise Hollanda Doğu Hindistan

Şirketi ile İstanbul’daki Ermeni tüccarların iş birliği yaparak bu çinileri İstanbul’a getirmiş olmalarıdır. Aynı döneme rastlayan Çin çinilerinden bazı örnekler Topkapı Sarayı Çin

Porselenleri koleksiyonunda, Karaköy Surp Krikor Lusaroviç Ermeni Kilisesinde de bulunmaktadır. Camide kullanılan Çin çinilerinin birebir benzerleri Victoria and Albert

Müzesi ile Kahire Arap Müzesi çini koleksiyonlarında bulunmaktadır.

  Pencere vitrayları yeşil, kırmızı, lacivert renklerinde yazılmış olup, yazılar sarı renktedir.

Sağ pencere üstünde ‘Ya Cami’, ortasında ‘Ya Mani’, sol pencere üstünde ‘Ya Sami’, ortasında ‘Ya Nafi’, mihrabın sağındaki üst pencerenin üstünde ‘Allah’, ortasında ‘La İlahe

İllallah’, mihrabın solundaki üst pencerenin üzerinde ‘Muhammed’ ortasında ‘Rasûlullah’ yazılıdır.

   Minber, ahşap olup maun üzerine fildişi kakma tekniği ile oluşturulmuştur. Kapısı korkuluk, levhalar ile yanlardaki üçgen sahalar tamamen ahşap olup, fildişi ile süslenmiştir.

Vaaz kürsüsü, Ahşap üzerine fildişi kakma tekniği ile yapılmaktadır. Klasik dönem vaaz kürsülerinin üslubunu devam ettirmekte olan kürsü; ayak, gövde, sedir, aynalık bölümünden oluşmaktadır. Dörtgen formunda olan kürsü ‘CĶ kıvrımlı köşeleri ile köşelikleri bitkisel formda düzenlenmiştir.

Vaaz kürsüsü Abdülaziz devrinde yapılan onarım sonrası camiye koyulmuştur. Vaaz kürsüsünün yanında ‘Sakal-ı Şerif’ muhafaza kutusu bulunmaktaydı.

Kutu, kürsü ile aynı modelde yapılmış olup Topkapı Sarayı’ndaki ile benzerlik göstermekteydi.

  Bugün bu muhafaza kutusu makalede yazıldığı gibi vaaz kürsüsünün yanında bulunmamaktadır. Hünkâr mahfili, üst katta bulunup etrafı altı adet sütunce arasına yapılmış altın varaklı tunç şebeke ile kapalıdır. Hünkâr mahfilinin tunç şebekeleri arasında dört ahşap sütuncuk vardır ki, bunların tahta başlıkları tarih kitabesini taşıyan ahşap kornişin aralarına düşer. Sütun başlıkları üzerinde Talik yazı ile: ‘Ya Allah, Ya Aziz, Ya Muin, Ya Gafur’ yazılmıştır.

  Burada ayrıca talik hat ile Mehmet Esad el Yesari’nin imzasını da görmekteyiz.

Hünkâr mahfelinin en ilgi çeken tarafı duvara resmedilmiş manzara resmidir. Sarı ve yeşil tonlarının hâkim olduğu bu duvar resmi, Topkapı Sarayı Harem Dairesi Valide Sultan

Yemek Odasında bulunan ve II. Mahmud dönemine tarihlenen manzara ile büyük benzerlik göstermektedir.

YAPININ KİTABELERİ

  Yapının kitabeleri, Hüsn-ü Hattın en güzel örneklerini barındıran bir yapıdır. Kitabelerin sayesinde yapılması, tamiratları hakkında bilgi sahibi oluyoruz.

   Camiye sahil boyundan girdiğimiz zaman bugün kapalı olup son cemaat yeri olan ve orta kapı olarak adlandırılan kapının üzerinde, yapıldığı zaman konulan, Viyana Sefiri Afif Paşa tarafından yazılan 6 mısradan oluşan Celi Talik kitabe bulunmaktadır. Kitabenin son mısraında caminin yapım tarihini vermektedir.

Kitabe metni şöyledir:

Revnak-ı kürsī-i şahī zīver-i mihrab-ı dīn

Cami-i cümle mahamid ya’nī Han Abdülhamīd

Ol Şehinşah-ı zaman kim daveran-ı dehr olur

Pīşgah-ı mahfil-i devlet-me’abında abīd

Zīr-i vala kubbe-i hıfzında dünya müsterih

Bab-ı dergâh-ı muallasından âlem müstefīd

Bahr-ı cūdundan kenar-ı âleme çıkdı yine

Bir dil-ara bī-muadil dürr-i yekta-yı ferīd

Ya’nī yapdı sahil-i deryada bu nev camii

Kim bu tarh-ı dil-küşayile cihan içre vahīd

Ahteran ayn-ı kanadīl-i żiya-efşanıdır

Sīm ü zerden mihr ü meh avīzedir surh u sefīd

Şem-i mihrabından eyler mah envar iktibas

Kuhl eder hep dūde-i kandilini necm-i Said

Şubh-ı sadık gibi açıldıkça bab u revzeni

Padişah-ı âlemi handan ede Rabb-i Mecīd

Hak Teâlâ niçe böyle hayra tevfik eyleyip

Tahtgâhı-ı saltanatda eylesin ömrün mezīd

Bağ-ı ilham-ı İlahîden meşamm-ı tab’ıma

 Būy-bahş oldu iki mışra mis̱ al-i müşk-bīd

Her biri oldu hesab olunca tarih-i tamam

Oldular El hak Afifa hüsn ile beytül-kasīd

Kâ’beyi yâd etdirir dil-cū mekân oldu hele

Mabet-i matbu u nev-bünyad Han Abdülhamid 1192

    Camiye cadde yönünden baktığımız vakit burada büyük bir kapı ve üzerinde caminin yapım kitabesi bulunmaktadır. Bu kitabe taş üzerine kabartma tekniği ile yapılmıştır. Cel’i

Talik kitabede yazılar yeşil zemin üzerine altın varaklı yazılar ile yazılmıştır. Kitabenin yazarı

Divan kâtipliği de yapan Namık Ali Efendi olduğu sanılmaktadır.

KİTABE METNİ ŞÖYLEDİR:

Padişah-ı heft kişver ma’il-i as̱ ar-i hayr

Ya’nī ẓıllu’llah adl-aray Han Abdülhamīd

‘Aşr-ı pür-nuşretde ol Şah-ı mekarim-güsteriŋ

Âlemin elan leyli Kadr ü yevmi şubh-ı ‘id

Taht-ı ali-baht-ı Osmaniye Calis olalı

Bahr u berri nev-be-nev olmakda sıdk ile mezīd

Oldu ihya himmet-i şahane ile bu Mahal

Vadi-i heyhat iken şehr oldu ma’mur [u] Cedîd

Eyledi bünyad bir Cami’ ki envar-ı Huda

Haricinden olmada meşhūd-ı ahrar u ‘abīd

Çünkü zapt-ı Sal bir şey’-i mühimdir la-cerem

Eyledi Mektubi Namık bendesi fikr-i sedīd

Geldi bir hatif bu tarz üzre dedi tarihini

Ma’bed-i İslam-ı nev-bünyad-ı Han Abdülhamīd 1192

    Denize bakan tarafta ikinci bir kapı daha bulunmaktadır. II. Mahmud devrinde camide hem bir onarım hem de minare yapılmıştır. Bu kitabe de minare yapım kitabesidir. Kitabe taş malzeme üzerine kabartma tekniği ile yapılmıştır. Beş mısradan oluşan kitabe koyu yeşil üzerine altın varaklı Cel’i Talik yazı ile yazılmıştır. Yazıyı Keçecizade İzzet Molla yazmıştır.

KİTABE METNİ ŞÖYLEDİR:

Cennet-mekân hazret-i Abdülhamīd Han

Etsin bekada devlet-i necl ile iftihar

Bir padişaha etmedi Hayrü’l-halef Huda

Mahdum-ı a’ẓamı gibi şevketlü şehriyar

Hayratını mükemmel edip nūr-ı didesi

Oldu hayat-ı saniye mazhar o tacdar

Çıkdıkça ‘arşa ya Rab ezan-ı Muhammedî

Olsun minar-ı şevketi dünyada ber-karar

Ref’ eyleyip atīkini tarihini dedim

Mahmud Han bu ma’bede yapdı iki minar 1236

   Yan kapıdan ana mekâna girişi sağlayan kapıda ise Yusuf Suresi’nde bulunan ‘Ayrı ayrı kapılardan giriniz” ayeti yazmaktadır. Ayet yazılı levha ise taş üzerine kabartma tekniği ile yeşil zemin üzerine altın varaklı yazı olarak Cel’i Sülüs yazı stili ile yazılmıştır.

Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi