2 Aralık 2024
Şehirler ve İlçeleri

NAZİLLİ

NAZİLLİ

  Büyük menderes havzasına yerleşen Etiler, Orta Asya medeniyetini buradan deniz aşırı ülkelere kadar yaymışlardır. M.Ö. 1200 Yılında bu imparatorluk yıkılmış. Yerine geçen Firglerde M.Ö. 556 yılında Lidyalılara yenilmişlerdir. Lidya Kralı Kresus ile Pers Kralı Krusus arasındaki savaşı Persler kazanmışlar havzayı boydan boya ellerine geçirmişlerdir. Buralar M.Ö. 500 yılına kadar Perslerin egemenlikleri altında kalmıştır. Bir ara şehir Atinalıların eline geçmiş M.Ö. 401 yılında Ispartalılar ve Atinalılar arasında geçen kanlı savaşlar sonunda Ispartalılar şehri almışlar. Fakat M.Ö. 333’te bu devlet yıkılınca burasının egemenliği Büyük İskender’in eline geçmiş. İskender’in ölümünden sonra yerine geçen hükümdarlar bir müddet daha ülkeyi idare etmişlerdir. Romalılar Helenizm Krallıkları ilhe beraber bu havzaları ve Karacasu Valiliğini istila etmişlerdir. M.Ö. 70 Romalılar zamanında Hıristiyanlık buralarda yaygın bir hal almıştır. Selçukluların Menderes havzasına yayılışı Avrupalıları kaygıya düşürmüş Bu sırada Haçlı Seferleri başlamıştır. Bizanslılar bu seferler sırasında bu toprakları tekrar geri almışlardır. Buraları daha sonra Selçuklu oğulları, Aydınoğulları ve Osmanlılar İdaresinde kalmıştır. 

  Nazilli ye bağlı Kestel ve (Arpaz) Esenköy Köylerinde Selçuklu mezarlarına rastlanmaktadır.
Kestel de Germiyanoğulları’ndan  Kasım ve Mehmet Bey’in türbeleri vardır.

NAZİLLİ ADI

Nazilli isminin nereden geldiği konusunda değişik rivayetler vardır.  

1-Nazilli Dereköy yakınlarında Nazlu ismindeki Türk boylarından bir oymak beyi tarafından kurulmuştur. Kurduğu kentte o günlerin geleneklerine göre kendi ismi Nazlu’yu vermiş zamanla Nazilli olarak kalmıştır.

2-Hammer ve Evliye Çelebi gibi tarihçiler ise güzel ve nazlı kızları olduğu kadar şehrin güzelliğini, nazlılığını bu kızlara benzeterek Nazilli adının buradan kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir.

3-Osmanlılar devrinde Aydın Sancak Beylerinin oğullarının zaman zaman Nazilli’nin nazlı kızları için düştükleri ümitsiz aşkları da hikaye edilir.

TARİHİ VE TURİSTİK ZENGİNLİKLER

ARPAZ BEYLER KONAĞI Arpaz, Nazilli nin 15km. Kadar güneyinde bulunan bir köyümüzdür. Şimdiki adı Esen köy olan bu köyümüze Boz­doğan asfaltından sola doğru sapılarak ulaşılır. 
Köy, eski bir Karya yerleşmesi olan Harpasa Kalesinin eteklerinde kurulmuş ve adını bu yerleşmeden almaktadır. Hakkında çok az şey bilinen antik Harpasa, ortaçağda Stav-ropolis(Afrodisias) Metropolitliğine bağlı bir piskoposluk merkezidir. Daha sonra Aydın Beyliğinin bir yerleşim mer­kezi olarak varlığını sürdürdüğü bazı vakıf kayıtlarından ve bugün ortadan kalkmış olan bazı mezar taşlarından anlaşılır.
Köyde bulunan arkaik karakterli isimsiz bir türbe de bu dönemden kalmış olabilir. Evliya Çelebi de, Aydın Koca beyi tarafından ele geçirilen, Nazilli ovasının güneyindeki boğazı tutan ve “Beş boy” olarak adlandırdığı köylerden biri olarak Arpaz’ı da sayar. II. Bayezid devrine ait Aydın Mufassal Tahrir defterinde, Arpaz Yenişehir Kazasına bağlı olarak gösterilmiştir. Buna karşılık 1573–1574 tarihli Aydın Vakıf defterinde Aydın Livasına bağlı bir kazadır.
1451 tarihli Mufassal Tımar defterinde ise şu kayıt vardır:
” Taallukat-ı Arpaz Murad Hüdavendigar Aydın eline gelicek, oda oğlanı Ali Bey e verilmiş. Yıldırım Hüdavendigar zamanında kadimi Süleyman ve Doğan Bey ve Kemine Bey ve Beyazıt Bey yerdi; mezkûrlar çer iye eserlerdi; şimdiki halde Murad Hüdavendigar kullarından oda oğlanı İlyas Bey e Murad Hüdavendigar beratıyyiyüb asker-i mansureye mülazemet ider. “ifadesi vardır.
1573 tarihli Aydın Mufassal Tahrir defterinde burası bir Şehzade hassı olarak geçer. Aynı zamanda bölgesel önemi olan bir pazaryeridir. Bugün hala, Pazartesi günleri kurulan pazarına çevre köylerden gelirler.
Ancak, 16. yüzyıldan itibaren iltizam düzenini kazayı olumsuz yönde etkilediği anlaşılmaktadır. 1560 yılında, suistimal yapan kadıyı halk toplu bir dilekçeyle şikâyet etmiştir. Huzursuzluğun sonraki yıllarda, süregeldiği, halkın zaman zaman rüsum(vergi) ödemeyi reddettiğini kaydeden belgeler vardır.
Huzursuzluk 17. yüzyıldaki bölükbaşı ayaklanmaları, salgın hastalıklar nedeniyle artar ve 1828–1829 yıllarında pat­lak veren Atçalı Kel Mehmet önderliğindeki halk isyanıyla doruk noktasına ulaşır. İsyanın bastırılmasından sonra gitgide önemini kaybeden Arpaz, yöredeki güçlerini koruyan ancak İmparatorluğu sarsan ekonomik bunalımlardan nasibini alan yerel beylerin güdümüne girer.   

Yörük Ali Efe Nazilli MEB

1849–1850 Salnamesinde henüz bir kaza olarak görülen Arpaz, 1868–1869 tarihli salnamede, Bozdoğan a bağlı bir nahiye durumundadır. 1927 tarihli Köyler Fihristinde ise, Bozdoğan a bağlı bir köy olarak görülür. Bugün Arpaz, Nazilli ye bağlıdır. Arpaz da ki Beyler Konağı Arpaz (Esen köy) köyü içinde Osmanlı İmparatorluğunun ayanlık dönemine ait en güzel ve ilginç örneklerinden birisidir. 
Bey evi oymalı ahşap işçiliği, nakışlan, tavanlarındaki çarkıfelek motifleriyle 19. yy. üslup ve özelliklerini yansıtan bir taşra yapısı dır.
Dekoratif özellikleri nedeniyle kulenin onarımı sırasında yapıldığı düşünülmektedir. Bazı değişikliklere rağmen özgün şekline iyice koruyabilmiş olan bu yapının daha eski bir evin yerini aldığı varsayımı geçerliliğini korumakla beraber bu hususa açıklık kazandıran veriler yoktur.
Evin güneydoğu odasında, kapının karşısındaki bir dolap, çatı arasına götüren gizli bir merdiveni saklamaktadır. Taş duvarlar ve kestane ağacından yapılmış payandalar üze­rine inşa edilmiş bir Osmanlı evidir. Yaz ve kış odaları ile hayat alanı olarak ifade edilen verandaları bulunmaktadır.
İyi korunmuş olmasına rağmen genel kuruluş düzeni açısından incelemeye değer olan bu konak II. Mahmut zamanında ki zeybek ayaklanması ve Atçalı Kel Mehmet ola­yıyla yakın ilgilidir. 1828–1829 yılında voyvoda ve muhas-sıllardan (küçük dereceli idareci) şikâyetçi olan halkın desteğini de alarak yanındaki zeybeklerle Aydın ın kaza ve köyle­rine bir süre egemen olan Atça lı Kel Mehmet, yanında yetiş­tiği Arpaz Beylerinin bu çiftliğini Haziran 1830 da kuşatarak yakmıştır. Böylece beyler konağı maddi kültür ve sosyal tarihin kesiştiği bir düzlemde çok anlam taşıyan bir belge niteliğindedir.

Nazilli MEB

ARPAZ KULESİ Arpaz Beyler Konağının hemen karşısında bulunan kulenin eve ve ovaya bakan cephesinin birinci katında bulunan geniş kapısına çıkan taş merdivenleri vardır.
Kapının üst kısmında daha önce kullanılan bir çekme köprüye ait makara yuvaları bulunmaktadır. İndirildiği zaman evin (konağın) zemin kat taşlığına dayanan kemerli bir platforma oturan asma köprü, evden kuleye doğrudan doğruya bir tehlike anında çekebilmeyi sağlıyordu.
Dışa tamamen kapalı olan kulenin zemin katı, Meşrutiyet dönemine kadar zindan olarak kullanılmıştır.
Giriş katından üst kata ahşap bir merdiven ile çıkılır. Bu kat ovaya bakan parmaklıklı pencereleri, oturma sekileri, dolapları, alçıdan ocağıyla bir yaşama mekânı olarak düzenlen­miştir. Yanında, sonradan eklendiği anlaşılan kubbeli küçük bir hamam vardır.
Oda dolaplarının arkasından dolanan ve sonradan inşa edildiği anlaşılan kar gir bir merdiven, halen ahşap bir çatı ile örtülü bulunan ancak özgün bir şekilde olan teras dama çıkar. Terasın köşelerindeki çıkma kuleciklere açılan çok sayıda menfez, hem geniş bir gözetleme açısı sağlıyor hem de her yöne ateş edebilme kolaylığı getiriyordu. Bir çıkma mazgal, giriş kapısını zorlayanların üzerine kızgın su akıtmaya yarıyordu. 
Bu yapı özellikleri ile kule korunma, savunma ve geniş görüş açısı nedeniyle gözetleme amacıyla kullanılmaktaydı. 
Konağın kuruluş düzeni, yapımı ve bağlı birimleri ile ilk çağdan bu yana sürekli olarak iskân edilmiş olan Arpaz ın geçmişine sıkıca bağlıdır. Bu iskân sürekliliğinin başlıca ne­deni, yerleşmenin son derece verimli bir ovanın kıyısında kurulmuş olmasından ileri gelir. Bu kulenin yapılış tarihi kesin olarak belirlenmiş değildir. Ancak II. Mahmut döneminde Rodos a ıslahata gönderilen Hacı Hasan Bey, Rodos tan dönüşünde 20 kadar usta getirmiş ve bu yıllarda bu kulenin onarıldığı sanılmaktadır. Onarımı yapan ustaların Rodos tan gel­miş olmaları kulenin modern havasından anlaşılır. Gerçektende, köşe kuleleriyle bu yapı Rodos taki St. Jean şövalyelerinin kalesindeki Naillac kulesini andırmaktadır.
Anadolu nun tarihinde ölü zamanlar olmadığını bir kez daha anımsatan Arpaz Beyler Konağı Batı Anadolu nun yerleşim tarihindeki sürekliliğin bir belgesidir. 

ANKARA PALAS OTELİ 

İstasyon Meydanında yer alan Ankara Palas Oteli, bodrum, zemin ve birinci kat olmak üzere üç katlı, ahşap kırma çatılı, üzeri yerli kiremitle örtülü, kargir olarak inşa edilmiştir. Giriş İstasyon Meydanı (Güney) yönünden sağlanır. Kuzeyinde, ortada küçük bir havuz bulunan bahçe yer almaktadır. Bahçeye giriş güneydeki esas girişin tam karşısına düşen bahçe kapısı ile sağlanmaktadır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan ve bu özellikleri taşıyan yapının;
Ön Cephe: Yatay, dışa taşkın iki kat silmesi ile üç kata ayrılmış olup, bodrumla zemin katı ayıran düz zeminle birinci katı ayıran silme ise üç kademelidir. Tam ortada yer alan giri­şin iki yanındaki ve çatıya kadar uzanan plasterler cepheyi dikine üçe bölmektedir. Zemin kattan girişi sağlayan kapı esas itibariyle dikdörtgen şekilli ve iki kapı kanatlıdır. Giriş, yapıyı simetrik yapacak şekilde ikiye ayırmaktadır. Bodrum kat pencereleri düz taşkın silmeli, zemin ve birinci kat pencereleri ise sivri kemer silmelidir. Birinci katta giriş kapısı üzerinde küçük balkon ve balkon kapısı vardır. Altında ise halen kullanılmakta olan dükkânlar vardır.
Arka Cephe; Ön cephe düzenlemesi ile büyük benzerlik göstermektedir. Ancak buradaki pencere kemerleri yuvarlak olup, bahçeye çıkışı sağlayan kapı kemeri ise basıktır.
Taşkın Saçak Altı: Dört yanda da dikdörtgen bölümlere ayrılmış olup, dikdörtgen çıtalarla balık kılçığı yapacak şekilde düzenlenmiştir.
Yapının İç Düzeni: Zemin ve birinci kat haçvari planlı olup, doğu batı yönündeki yan hollerde karşılıklı odalar mevcuttur. Kuzey Güney yönündeki ana holde ise hol ve birinci kata çıkışı sağlayan merdiven yerleştirilmiştir. Zemin kattan birinci kata çıkışı sağlayan merdiven çift yönlü başlayıp, merdiven sahanlığında birleşerek tek yönlü olarak birinci kata ulaşmaktadır.
Duvarlarda herhangi bir süsleyici unsur olmayıp ba­danalıdır. Kapı ve pencere doğramaları ile tavan ve döşemeler ahşaptır. Tavanda tavan göbekleri mevcut olup biri dama mo­tifli, diğerleri ise yıldız motifli, zemin katta girişin iki yanındaki kapıların üzerinde de alçıdan bitkisel motifli kabartma süslemeler mevcuttur. Bu bina korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı olarak kabul edilerek tescil edilmiştir. 

Nazilli

DOKUZUN HAMAMI Nazilli İlçesi Altıntaş Mahallesi Koca Camii nin doğu­sunda bulunan sokak içindedir. Halk arasında “Dokuzun Hamamı” olarak bilinen hamamın; banisi (yaptıran), mimarı ve ne zaman yapıldığı bilinmemektedir. Batı-Doğu yönünde uzanan dikdörtgen biçimli, kar gir ve geleneksel Türk Hamamı planlı olan hamamın Camekân bölümü tamamen yıkıldığı için herhangi bir şey söylemek mümkün değildir. Soğukluk, iki kubbeli olup kuzey kubbe ve bu bölümün güney duvarı ve bu duvara bitişik tuvaletler yıkılmıştır. Sıcaklık kısmı ise; yanlarda tonoz, ortada yuvarlak kemerler üzerine sekizgen bir kasnağa oturan bir kubbeyle örtülü olup, yine bu bölümün kubbeye kadar olan güney tarafı yıkılmıştır. Kare biçimli göbek taşı kaldırılmıştır. Kare planlı iki halvet odasının yine sekizgen kasnaklı kubbelerinden kuzey kubbe kasnağa kadar, öteki kubbe güney duvarıyla birlikte tamamen alınmıştır. Dikdörtgen biçimli beşik tonozlu su deposunun kuzeyde kalan çok az bir parçasıyla tamamen yıkıldığı, külhanın ise görünürde hiçbir izi kalmamıştır. Hamamda kubbelere geçişler basit ve kaba çizgilerle sağlanmıştır. 
Osmanlı Mimarisi (18 Yüzyıl) Dokuzun Hamamı
18. yüzyıl sonlarına tarihlenebilen hamam, Nazilli de Osmanlı döneminden günümüze kadar gelen tek hamam örneği olup, bu yapı da taşınmaz kültür varlıklarımız arasında yer almaktadır. 

DİNİ YAPILAR – NAZİLLİ

1308 (M. 1892–1893 ) yılı Aydın Vilayet Salnamesinde Nazilli’de 4 cami, 8 mescit olduğu yazılıdır. 1315 (M. 1899–1900) yılı Aydın Vilayet Salnamesinde ise kasabadaki cami sayısı6, mescit sayısı ise 6 olarak belirtilmiştir.

Koca Cami

Vakfiyelerde Kestel kazasına tabi Dallıca Nahiyesinin Pazar karyesi ( Köyü) camii diye yazılıdır. Koca Cami adından da anlaşılacağı üzere Uzun Çarşı ile mahalleleri birbirine bağlayan bir yerde kurulan bir camidir. İlk önceleri üstü açık, kenarlan duvarlarla çevrili bir musalla ( üstü açık namazgâh ) olarak kullanıldı. Sonradan halk tarafından onarılmıştır. Fakat 1900 yılındaki büyük depremde minaresi ve kubbesi yıkılmıştır. Depremden sonra yeniden onarılmış fakat bu kez de Milli Mücadele sırasında çıkan yangında tekrar yıkıldı. 1930 yılında halkın büyük gayretleriyle yanan binanın iskeleti üzerine tekrar yapıldı. Tam on iki yıl büyük emekler sarf edilerek bugünkü durumuna getirildi. Bu cami tek minareli ve kar girdir. Cami içindeki panodan 1886 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. 1930’da yapılan onarımdan sonra 1952 yılında tekrar onarımdan geçirilmiştir. Mihrap önü kubbesi ile yanlarda daha küçük elips şeklinde iki kubbesi daha vardır. Kubbeler kurşun kaplıdır. Mihrap duvarının dış yüzü yuvarlak kemerlerle hareketlendirilmiştir. Kemerde ayrıca, kemeri n düzenine uyacak biçimde pencereler açılmıştır. Kemerin üst bölümü duvar yüzeyinden yüksektir. Sonradan eklenmiş son cemaat yerinde kapı yanında bir dış mihrap vardır.

Hacı Şeyh oğlu Camii

Bu cami 1822- 1823 yıllarında Hacı Şeyh oğlu tarafından yaptırılmıştır. 1900 yılındaki depremde minaresi yıkılmıştır.   Daha sonra Milli Mücadele döneminde de yanmıştır. 1929 yılında halk tarafından onarılmıştır. Hacı Şeyh oğlu Hacı Ahmet Vakfından olan bu cami kar gir ve tek minarelidir. Aydoğdu Mahallesinde bulunmaktadır.

Kestane Pazarı Camii

Çarşı içinde Kestane Pazarı denilen yerdedir. 1900 yılında Hacı Demir Ali, Hacı İsmail ve Hacı Ethem Efendiler tarafından yaptırılmıştır. Kurtuluş Savaşı sırasında yanmış, tavan örtüsü ve içerdeki ahşap sütunlar yeniden yaptırılmıştır.

Moloz taş ve tuğladan, ahşap tavanlı, kiremit örtülü bir camidir. Altta dükkânlar, üstte namaz kılınacak bölüm yer alır. Üst kata caminin içinden ahşap bir merdivenle çıkılır. İkinci katta son cemaat yeri olarak kullanılan esas bölümde devşirme sütun başlığı ters olarak konmuş ve sütun kaidesi olarak kullanılmıştır. Minare camiden ayrı olarak 1951 yılında Dişçi Hacı Ramazan Simsar tarafından yaptırılmıştır.

Zeytinlik Camii

Bu cami 1872 yılında yapılmıştır. Kar gir ve minaresizdir. Milli Mücadele döneminde yanmış sonradan halk tarafından onarılarak bugünkü hale getirilmiştir.

Eski- Yeni Camii. ( Yahya Paşa Camii)

XV11. Yüzyılın ortalarında Yahya Paşa tarafından yaptırılmıştır. O devirlerde şehir bu günkü Aşağı Nazilli’nin alt yanında bulunuyordu. Yahya Paşa camiyi şehrin en yukarısında yaptırmıştır.

Ağa Camii

Eski Yeni Caminin kuzeyindedir. XVIII. Yüzyıl başlarında Yahya Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1900 depreminde yıkılmıştır. 1927’de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından onarılmıştır. Moloz taş ve tuğladan yapılan bu cami ahşap tavanlı olup üzeri kiremit örtülüdür. Her yanında oval bodrum pencereleri üzerinde iki dizi pencere sıralanır.

Aşağı Camii (Çarşı Camii)

Bu cami Çarşı Camisi olarak da anılır. 1877 yılında tamamı halk tarafından yapılmıştır. 1900 yılındaki büyük depremde yıkılmıştır. Bu cami tek kubbeli ve tek minarelidir. Bu cami de Vakıflar idaresi tarafından 1927 yılında onarılmıştır.

Çeşme başı Camii

Aşağı yukarı 1842 yıllarında yapılmıştır. Diğer camiler gibi 1900 depreminde yıkılmıştır. 1926 yılında onarılmış olup tek minareli bir camidir. Çarşı Camisinin 200 mt. Kuzey batısında bulunmaktadır.

Bu camilerin dışında birçok mescidin olduğu bilinmektedir. Bu mescitler hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Adını tespit edebildiğimiz Çay yüzü Mescidi, Hacı Şeyh oğlu Mescidi, Aşağı Nazilli’de Ilgınlı Mescidi ve Yenimahalle Mescitleri vardır. Ancak bu mescitler Milli Mücadele döneminde tahrip olmuştur.

Yeşil Türbe                          

Dış yüzü yeşil olduğu için bu adla anılır. Nazilli -Bozdoğan yolu üzerindedir. İçinde Uşşaki Tarikatı şeyhi Mehmet Zühdü Efendi, hanımı ve çocuklarının mezarları vardır. Moloz taştan yapılmış olup sekizgen planlıdır. Kubbesi sekizgen kasnağa oturur. Türbenin üç yüzünde yuvarlak kemerli alınlıkları olan pencereler bulunmaktadır. Girişte, bir çeşme aynalığından sökülmüş üzeri selvi ağacı ve geometrik biçimlerle süslü bir mermer blok görülmektedir. Türbenin kapı üzerindeki küçük kitabesinde ” Mir Halil etti bina tarihi ey Vasfı hemin Zühdü Muhammed mahfeli ruhu’l emin” ibaresi yazılıdır. Buna göre kitabe oğlu Vasfi tarafından yaptırılmış olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca türbenin güney duvarında pencere üstünde bulunan bir diğer kitabeden de” Hacı Baba etti bina tarih Fethi- Muhammet Zühdü ve kutbu’l hak ayık türbesin bünyad-sene 1278/ 1861″ yazılı olduğuna göre şeyhin vefatından sekiz sene sonra yani 1814’de Kaymakam Halil

Bey tarafından yaptırılmış ve 1861 yılında tekrar onarılmış olabilir.

Şeyh Muhammet Zühdü’nün mezar taşının kuzey yüzünde ise şunlar yazılıdır:

Hüvelhayyül baki

Saim ü kaim olup kırk yıl

Secde-i hacata vaz-ı cebin ettim

Sen dahi ey nur-i di dem akil ol

Eyle halvet ü zühd ve takva ve erbain

Olmasın ömrün heba ey can-ı men

Kıl itaat Hakk’a ol ruh-ı emin

Gel ziyaret eyle kabrim başına

Ey beni yâd eyleyen ihvan-ı din

Ah edip Vasfi desin tarihi

Göçdü Zühdü Muhammed Fahr-ı din

Şeyhin sağ tarafında ise eşinin mezarı vardır. Mezar taşında: ” Hayırlı kadınların iftiharı” olarak anılan annesinin mezar taşının da oğlu Vasfı tarafından yaptırılıp yazıldığı anlaşılıyor.

Son satırlardaki “oğlu Vasfı ona dedi ki tarih kasr-ı fır devse gitti valide ruhu için fatiha- 1231” kısmından anlaşıldığı üzere hanımı Zühdü Muhammed’den dokuz sene sonra vefat etmiştir.

Türbe içinde girişe göre sol baştaki yani kuzeydeki kabir ise muhtemelen Muhammed Zühdü’nün halifelerinden ve 1863 yılında vefat eden oğlu Şeyh Muhammet Tevfik Efendinindir.

Sinan Dede Türbesi      

Nazilli’nin Pınarbaşı Mahallesindedir. Bu türbe ile ilgili elimizde kesin bilgiler bulunmamaktadır. Mevcut bilgiler ise rivayetlerin ötesine geçmez. Halk arasında Sinan Dede’nin 1800’lü yıllarda Nazilli’ye bağlı Dere köy’de oturduğu söylenir. Kendi si kundura tamirciliği yapmaktadır. Herkes tarafından çok sevilir ve sayılırdı. Zor durumda olanlara elindeki imkânlar çerçevesinde yardıma koşardı. Bu niteliklerinden dolayı ölümünden sonra (tahmini 1839–1840) kendisini sevenler sık sık gömülü olduğu mezarın başına gelerek dua ederlerdi. Kendisinin bolluk ve bereketin örneği olduğu söylenir. Bu durum yıllarca devam ederek daha sonraki kuşaklar tarafından evliya mertebesine ulaştırılmıştır. Sinan Dede’nin savaşlarda zor durumda kalan Türk askerlerinin yardımına koştuğu ve olağanüstü yeteneklerinin olduğuna inanılmıştır.

Bir yanıt yazın