22 Aralık 2024
Ören Yerleri

HİERAPOLİS – PAMUKKALE / DENİZLİ

    Hierapolis, Pamukkale (Denizli) yakınlarında bulunan ve Frigler döneminde ana tanrıça Kibele kültünün merkezlerinden biri olarak faaliyet göstermiş bir antik kenttir. Antik coğrafyacı Strabon ile Ptolemaios verdikleri bilgilerde, Karia bölgesine sınır olan Laodikeia ve Tripolis kentlerine yakınlığı ile Hierapolisin bir Frigya kenti olduğunu ileri sürülmektedir.

TARİHİ

    2016 yılında yapılan kazılarda bölgedeki yerleşimin Demir Çağı’nda başladığına dair kanıtlar bulunmuştur. Şehrin bulunduğu bölgede Frigler döneminde Anadolu’nun ana tanrıçası Kibele’ye adanmış bir dini merkez bulunmaktaydı. Başlangıçta Lykos (Çürüksu) vadisinde yaşayan yerli topluluklar tarafından kullanılan bu tapınak daha sonra Hierapolis’in merkezini oluşturacaktı. Yunan sömürgecileri gelip şehri önceden var olan yerleşim düzeni üzerine kurduklarında, antik Kibele kültü yavaş yavaş Yunan mitolojisi içerisinde asimile oldu.

     Yunan kolonizasyonu zamanından çok daha önce, bölge, burada bulunan bir mağara içerisindeki bir kaplıcadan çıkan zehirli gazlar nedeniyle yeraltı dünyasına açılan bir kapı ve aynı zamanda yeraltı tanrıları ile iletişim kurma mekânı olarak görülüyordu. Yunan kültürüne asimilasyon süreciyle birlikte tapınak Kibele yerine Hades (Pluton) ve Persephone ile ilişkilendirilmiş ve tapınağa Plutonium adı verilmiştir.

     Kentin kuruluşu hakkında bilgilerin kısıtlı olmasına karşın; Pergamon Krallığı zamanında II. Eumenes tarafından MÖ 2. yüzyıl başlarında kurulduğu ve Bergama’nın efsanevi kurucusu Telephos’un karısı Amazonlar kraliçesi Hiera’dan dolayı, Hierapolis adını aldığı bilinmektedir. Hierapolis, Roma İmparatoru Neron dönemindeki MS 60 yılındaki büyük depreme kadar, Hellenistik kentleşme ilkelerine bağlı kalarak özgün dokusunu sürdürmüştür.

Deprem kuşağı üzerinde bulunan kent, Neron dönemi depreminden büyük zarar görmüş ve tamamen yenilenmiştir. Üst üste yaşadığı bu depremlerden sonra kent, tüm Hellenistik niteliğini kaybetmiş, tipik bir Roma kenti görünümünü almıştır. Hierapolis Roma döneminden sonra Bizans döneminde de çok önemli bir merkez olmuştur. Bu önem, MS 4. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlık merkezi olması (metropolis), MS 80 yıllarında, İsa’nın havarilerinden Filipus’un burada öldürülmesinden kaynaklanmaktadır.

     MS 395 yılında Bizans yönetimine geçen Hierapolis, Piskoposluk merkezi oldu. Hierapolis, 12. yüzyıl sonlarına doğru Anadolu Selçukluları’nın sınırları dâhilinde kalmıştır. Hierapolis antik kentinde,  Nekropol, Domitiyan yolu ve kapısı, kare alan içine oturtulmuş Oktokonus tapınağı. Tiyatro, Frontinus Caddesi ve kapısı, Agora, Kuzey Bizans Kapısı, Güney Bizans Kapısı, Gymnasium, Tritonlu Çeşme Binası, Apollon Kutsal Alanı, su kanalları ve nymphaeumları, Surlan, Filipus Martynonu ve köprüsü, Direkli Kilisesi, Nekropol Alanı, Katedral ve Roma Hamamı kalıntıları bulunmaktadır.

Tedavi amacıyla da kullanılan Pamukkale yeraltı suları (travertenler) sayesinde tarih boyunca turist çekmiştir.

    Hamam, yolcuların yıkanarak şehre girmeleri için şehrin dışına inşa edilmiştir.

Tiyatro kapasitesinin 9.500 kişi olmasından dolayı şehir nüfusunun 95.000-100.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir.

     Tiyatrosunun tasarımından burada gladyatör dövüşleri yapıldığı anlaşılır. Sahne altındaki çukurluk bölümle oturma sıraları arasında seyircileri vahşi hayvanlardan korunmak için yaklaşık bir metrelik yükseklik farkı vardır. Gladyatör dövüşlerinin olmadığı tiyatrolarda bu fark bulunmamakta, sıralar sahne düzeyinden başlamaktadır.

     Şehrin giriş kapısında işlenmiş olan Medusa figürü, tanrıça Medusa’dan korunmak için yapılmıştır. Bu inancın Türk kültürüne nazar boncuğu olarak geçtiği sanılmaktadır.[kaynak belirtilmeli] Şehir, 09.12.1988 tarihinde hem doğa hem de kültürel miras olarak UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmıştır.

ANTİK TİYATRO

     Grek Tiyatrosu tipinde yamaca yaslanmış 300 ayak (91 m) tüm cephesiyle birlikte korunabilen büyük bir yapıdır. İnşasına; 60 yılında olan büyük bir depremin ardından Flavius’lar döneminde 62 yılında başlanmıştır. Hadrianus döneminde (117-137) inşa halindedir. Yapı Severuslar döneminde 206 yılında tamamlanmıştır.

     Cavea’da 50 oturma sırası bulunur. Bu oturma sıraları 8 merdivenle 7 bölüme ayrılmıştır. Cavea’nın tam ortasından geçen Diozoma’ya her iki yandan tonozlu birer geçit ile (vomitoryum) girilir. Cavea’nın ortasında yer alan krallık locası ve orkestrayı çevreleyen 6 ayak (3.66 m) yüksekliğindeki sahne ön duvarında 5 kapı ve altı niş bulunmakta, bunların önünde 10 adet sütun yer almaktadır. Mermer sütunların üzerleri istiridye kabuğu şeklinde motiflerle dekore edilmiştir. Sahnenin gerisinde arka duvarı süsleyen üst üste sıralanmış 3 sütun dizisinden, alttakiler sekizgen kaideler üzerinde yükselir ve yivsizdir.

     Kabartmalar, stillerinden de anlaşılacağı üzere değişik dönemlerde farklı ustalar tarafından yapılmıştır. Özellikle mitolojik konuların işlendiği sahnelerde Helenistik dönem heykel sanatlarının etkilerini, kalabalık, hareketli ve canlı figürlerde görmek mümkündür. Bu figürlerde Bergama sanat ekolünün (Zeus Atları Kabartmaları) biraz etkileri görülmektedir. Sahne binasının kabartmalı frizlerle süslenmesi açısından tiyatro, Perge, Side ve Nyssa tiyatrolarıyla büyük bir benzerlik gösterir.

      Mezarlık alanlarını ifade eden Nekropoller, Hierapolis’in ‘Kutsal Şehir’ olarak adlandırılmasının ardından ayrı bir öneme bürünmüştür. Bu nekropollerde yapılan araştırmalar dönemin bütün dini inançları gün yüzüne çıkarmaktadır. Mezar yapılarının görkemine göre varlıklı ya da halk mezarı olarak kolaylıkla ayrılabilen bu nekropoller kentin ana caddesinin kuzey ve güney doğrultusunda uzanmaktadır. Sayıları ise 2 binden fazladır.

NEKROPOLİS

     Kent surlarının dışında ve ova dışındaki tüm yönlerde nekropol alanları bulunmaktadır. Bunlar yoğunlukla Tripolis-Sardes’e giden kuzey yolunun ve Laodikya-Clossae’ye giden güney yolunun iki tarafında yer alır. Mezarlarda kireçtaşı ve mermer kullanılmıştır. Mermer kullanımı daha çok lahit tiplerinde görülür.

     Kuzey Nekropolis: Nekropolisteki anıtların iyi durumda koruna gelmiş olması ve yayıldığı geniş alanda, çok sayıda traverten lahit ile birlikte bulunması, etkileyici bir görüntü oluşturur. (Sayıları iki binden fazladır ve çoğunda yer alan yazıtta Yunanca Soros Süfiksi ile karşılaşılır.)

     Hierapolis mezar anıtlarının mimarisi çok çeşitlidir ve değişik uygulamalar gösterir. En eski mezarlar Helenistik Dönem’e tarihlenen (MÖ II – I. yüzyıllar) Tümülüs mezarlardır. Bu mezarlar düzgün kesilmiş taşlarla örülü silindir kasnakla sınırlanan mezar odasının üstü koni biçimi verilmiş toprakla örtülüdür. Mezar odasına dramos adı verilen koridor ile ulaşılır. Tümülüsler, yol boyunca ve doğuya doğru çıkan bayırda yer almaktadır.

     Bu mezarlar daha çok seçkin ailelerle aittir, fakir ailelere ise kayaya oyulmuş basit mezarlardır. Kentin kuzey kısmında yer alan, I. çoğunluğu II. ve III. yüzyıla tarihlenen diğer mezar anıtları, genellikle duvarlarla çevrili, ağaç (çoğunlukla selvi) ve çiçeklerle süslü bahçelere sahiptirler. Tamamen travertenden yapılmış olan mezar anıtları farklı tipler gösterirler: Basit bir lahitten kimi zaman ölü yataklarını içeren, üçgen alınlıklı veya kaide üzerinde yer alan, bir ya da birkaç lahit taşıyan, bazen de ev modellerini yansıtan daha gelişken formlara sahiptirler. Lahitleri taşıyan kaide üzerinde bulunan yazıtta Yunanca bomos (ayaklık, sunak) kelimesi yer alır: Ölünün yüksekte duran vücudu ile bağlantılı olarak anısını yücelten simgesel bir anlam taşır. Bu anıtlar Heroon ile aynı işleve sahiptirler. (Kahramanların veya tarihte önemli kişilerin öldükten sonra tanrılaşmalarını kutlamak için yapılmış mezar anıtları.)

     Güney Nekropolis: Sağ tarafta depremin etkileyici izleri görülmektedir. Geniş traverten düzlük tamamen altüst olmuştur. Basit ve belki de daha eski nekropolise ait dörtgen çukur mezarlar ve taş ocağına ait izler dikkat çekmektedir. Kazılar sırasında, Denizli Müzesi uzmanları, uzun yazıtlı bomoslu bir mezar yapısı bulmuşlardır. Yakınında Genç Helenistik Dönem’e tarihlenen bir Tümülüs mezar yer almakta, bunun yanında ise yazıtlı mermer steller bulunmuştur. Alanın kuzeyinde kazı çalışmaları devam etmektedir, yamaçta Bizans surlarının olduğu yerdeki mezar yapılarında figürlü mermer lahitler bulunmuştur. Bu lahitler taş bir kaide üzerinde durmaktadır. Kerpiç tuğlalar ile yükseltilmiş olan çatı kiremit ile örtülüdür. Bu tip, bir yenilik oluşturmaktadır. Mezar yapısının içi ise çok renkli fresklerle süslenmiştir. Güneye Frontinus’a ait olabilecek olan Kapı’ya doğru ilerledikçe, Laodikeia ve Colossea’ya giden yol üzerinde, nekropolise ait başka mezar yapıları ile de karşılaşılır.

     Uzun yazıtta adı geçen Tiberius Cladius Talamos’a ait mezar dikkat çeker. Cephesi ev mimarisini yansıtmaktadır, yarım sütunlu dor düzenindeki pilasterler, taş kafesli pencereler ile Blaundos’ta olduğu gibi, arşitrav, yazıtlı friz ve diş kesimli ion düzenindeki saçaklık yer alır. Yalnızca mimari düzenleme bakımından Frontinus Caddesi’ni hatırlatmaktadır. Frontinus Caddesi üzerindeki yapılarda ise dor düzeni, doğal olarak triglif-metop frizli saçaklıkta olduğu gibi başlıklarda da kendini göstermektedir.

ANTİK HAVUZ

     Antik Havuz, Pamukkale’nin en önemli simgelerinden biridir. Özellikle sağlığa faydalı olan suyu ile dünyanın sayılı havuzlarından biri olarak kabul edilir. Yılda binlerce kişinin yüzdüğü bu havuz, birçok hastalığa da iyi gelmektedir. Özellikle Roma İmparatorluğu Dönemi’nde Hierapolis ve çevresi tam bir sağlık merkezi durumundaydı. O yıllarda kent ve etrafına kurulan 15’ten fazla hamama binlerce insan gelir ve sağlıklarına kavuşurlarmış. Bugün antik havuzu meydana getiren MS VII. Yüzyılda oluşan depremdir. Sütunlu caddenin yanında yer alan sivil agoraya ait İon düzeninde yapılmış olan (MS I. yüzyıl) portik bu deprem sonucunda oluşan kırık içinde meydana gelen havuzun içine yıkılmıştır.

     Antik Havuz, suyun sıcaklığı nedeni ile rahatlatıcı bir etkiye sahip olmasının yanı sıra, birçok hastalığın geçmesi konusunda da etkilidir. Bu konuda yapılan araştırmalara göre Antik Havuz’un suyu, kalp hastalığı, damar sertliği, tansiyon, romatizma, deri, göz, raşitizm, felç, sinir ve damar hastalıklarına, içildiğinde de spazmlı midelere çok iyi gelmektedir. Bu da Roma Dönemi’nden itibaren Antik Havuz’un etrafında sürekli olarak sağlık merkezlerinin kurulmasının nedenini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

KLEOPATRA HAVUZU

     Termal havuzdaki su sıcaklığı 36 C°- 57 C°, PH değeri 5,8, radon değeri 1480 piccocuri/ litredir. Kaplıca suları, bikarbonatlı, sülfatlı, kalsiyumlu, karbondioksitli, kısmen demirli ve radyoaktif bir bileşime sahiptir. Aynı zamanda buradaki sular banyo ve içme kürlerine de elverişli olup, 2430 MG/litre eriyik mineral değerine sahiptir.

     Yüzyıllar öncesinden günümüze kadar bütün ihtişamını koruyarak ayakta kalmayı başaran Apollon tapınağı eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerine kurulmuştur. Tapınaktan kalan kalıntılardan, mermer merdivenler ve üzerinde Apollon kehanetinin anlatıldığı yazıların bulunduğu duvarları da görülmeye değer en önemli eserlerdendir. Birçok medeniyete ev sahipliği yapan bu topraklar inanç turizminin de gelişimine katkıda bulunmuştur.

APOLLON TAPINAĞI

     Mevcut Tapınak, eski ve dini mağara olarak bilinen Plutonion üzerinde kurulmuştur. Yerli halkın en eski dini merkezi olan bu yerde, Apollon bölgenin ana Tanrıçası Kybele ile buluşmuştur. Eski kaynaklar, Ana Tanrıça Kybele rahibinin bu mağaraya indiğini ve zehirli gazdan etkilenmediğini bildirirler. Apollon Tapınağı’nda üst yapıya ait kalıntılar MS III. yüzyıldan geriye gitmemekle birlikte, temeller Geç Helenistik Döneme kadar uzanmaktadır.

Mermer giriş basamaklarından tanınan 70 metre uzunluğundaki Tapınak, temenos duvarı ile çevrili kutsal alan içinde bulunmaktadır. Temenos duvarı güney, batı ve kuzeyde bir kısmı kazılmış olan portiğe yaslanmıştır. Mermer portiğe ait dor düzenindeki yivli yarım sütunlar, astragal ve inci dizisi, ekhinusu da yumurta dizisi ile bezeli sütun başlıkları taşımaktadır.

     Tapınak, daha geç bir döneme tarihlenmekte, fakat müzede bulunan iki ion bir korint düzenindeki nefis başlık ile bazı mimari parçalar MS I. yüzyıla tarihlenmekte ve daha eski çağlara dayanan bir tapınağın varlığına işaret etmektedir. Apollon Tapınağı’ndan günümüze kalan mermer merdivenden başka, mermer levhalar ile kaplı ve silmeli kornişleri olan bir podyum görülmektedir. Cephesi iki ante ve arasında yer alan iki sütun ile bezelidir.    

    Tarihlenmesi ante ve başlıklarında, cella duvarında ve tabanında kullanılan yazıtlı bloklar sayesinde yapılabilmektedir. Bir tanesinin üzerinde Apollon kehanetine ait bir yazı okunmaktadır. Tapınak mimari bezemelere göre MS III. yüzyıla tarihlenmektedir.

Tapınağın arkasındaki merdivende, Apollon Tapınağı’ndan alınan parçalar, sütun gövdeleri, arşitrav parçaları, başlıklar, kaideler ile doldurulan bir alan görülmektedir. Bu yapıda, MÖ IV. yüzyıl heykel şemalarını yenileyen, kıvrımlı giysili olan, nitelikli bir kadın heykeli bulunmuştur. Yazıtından da anlaşıldığına göre; Zeuxis’in kızı Apphia imparatorluk tanrılarına ve Demos’a (Hierapolis halkının kişileştirilmesi) adamıştır.

     Bir ucu, kuzeyindeki adını imparator Domitiandan alan Domitian kapısı ve diğer bir ucu güneyinde Güney Roma kapısına uzanan, 1 km uzunluğundaki Cadde görülmeye değer en önemli tarihi eserler arasındadır. Her iki tarafında sütunlu revaklar ve kamu yapıları bulunan cadde şehri bir uçtan diğer bir ucuna kadar ikiye ayırır. Ayrıca cadde giriş ve çıkışlarında bulunan kapılar ise tarihi hâlen omzunda taşıyan koca bir medeniyetin en güzel örnekleridir.

CADDE VE KAPILAR

KUZEY KAPISI

     Yaklaşık 1 km uzunluğundaki kentin en önemli ve geniş ana caddesi, kenti bir ucundan diğer ucuna ikiye böler. Kuzey – güney doğrultusunda uzanan bu caddenin iki tarafında sütunlu revaklar ve önemli kamu yapıları vardır. Her iki ucunda anıtsal kapılar bulunmaktadır.    

    Kapılar zafer takı görünümünde, kemerli ve yanlarında kuleleri bulunmaktadır. Frontinüs Kapısı: Roma Dönemi’nde kentin anıtsal giriş kapısını oluşturur. 14 metre genişliğindeki ana caddenin başlangıcında yer alan kapı, yerleşim birimini geçerek Laodikeia ve Collosai’ya giden ana yolun ve Güney Kapısı’nın karşı ucunda yer alır. Kapı düzgün traverten bloklardan inşa edilmiş üç kemerli girişi basit bir korniş ile süslüdür. Ayrıca Helenistik Dönem’in kapı geleneğini hatırlatan yuvarlak planlı kulelere yaslanmıştır.

     Kuzeyde, iyi korunmuş, üç gözlü ve iki yanında yuvarlak kuleleri olan kapının frizinde İmparator Domitian’a ithaf edilmiş Latince ve Grekçe yazılmış bir yazıt vardır. Bu yazıttan dolayı buraya Domitian Kapısı veya Roma Kapısı denir. Kapının Asya Prokonsülü Julius Sextus Frontinüs tarafından I.S. 82-83 yıllarında yaptırıldığı bilinmektedir. Bu nedenle kapıya Frontinüs Kapısı da denilmektedir. Bu kapıdan güneye inen yolun surla kesiştiği yerde MS 5. yüzyıla tarihlenen Kuzey Bizans Kapısı vardır.

GÜNEY KAPISI VE ANA CADDE

     Güney Roma Kapısı: Kapı, Lykos nehrine doğru alçalan tepeye açılır, büyük Honaz Dağı’nın tam karşısında yer alır, özellikle gün batımında mavinin tüm tonları ile oluşan nefis bir manzaraya sahiptir. Kapı, traverten bloklar ve içinde mermerin de bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır. İki adet dörtgen planlı kuleye yaslanmıştır.

    Kuzey Bizans Kapısı: Hierapolis kentinin Theodosius döneminde (MS 4. yüzyıl sonu) yapılan sur sistemine dâhil olan Kuzey Kapı, Güney Kapı’ya simetrik olarak Bizans Dönemi’nde kentin anıtsal girişini oluşturur. Agora’nın yıkıntılarından alınan devşirme malzeme ile inşa edilen kapı, kare planlı iki kule ile desteklenmiştir. Girişin iki yanında, şehri kötü etkilerden korumak üzere, apotropeik olarak duran Arslan, panter, görgo başı ile bezeli dört adet konsol günümüze ulaşmıştır.

    Güney Bizans Kapısı: MS 5. yüzyılda inşa edilmiştir. Traverten bloklar ve içinde mermerlerin de bulunduğu devşirme malzeme ile yapılmıştır. Kuzeydeki kapıda olduğu gibi 2 adet dörtgen planlı kuleye yaslanmış ve tek parça arşitrav üzerinde yer alan hafifletme kemeri ile şekillenmiştir.

HAMAMLAR

     Dini bir öneme sahip olan Hierapolis antik çağlarında temizliğe de büyük önem verirdi. Yolcular şehre girdiklerinde temiz olmaları için kentin giriş ve çıkışlarına hamamlar inşa etmişlerdir. Hierapolis’te 3 hamam vardır. Bu hamamlardan Hamam Kilise günümüze kadar iyi korunabilmiştir. Bizans Hamamı VII. yüzyılda meydana gelen büyük depremde yıkılmıştır. Büyük Hamam ise bugünkü Arkeoloji Müzesi olarak karşımıza çıkar.

HAMAM KİLİSE

     Çok eski olan bu yapı İmparatorluk Çağı’nın ortalarına tarihlenir. Traverten dikdörtgen bloklardan inşa edilmiş bu yapının, yan duvarlarındaki büyük kemerler görülebilmektedir. Kentin merkezindeki tonozlu Büyük Hamam yapısı ile kıyaslanabilecek bir mimariye sahiptir. Hamam yapısı Vİ. Yüz yılın I. yarısında, Hierapolis, Phrygia Paçatiana’nın başkenti olduğu zaman, kilise olarak yeniden düzenlenmiştir. Kiliseye dönüştürülmüş olan bu yapıda, girişin kuzeyinde yer alan bir mekânın duvarını, dört sütunlu bir potiği çevirmek için kullanmışlardır. İki büyük kemer ile oluşturulmuş olan kilisenin girişi, Bizans Kapısında olduğu gibi bir kemere sahip diğer bir küçük kapıya yaslanmıştır. İyi durumda korunmuş olan büyük mekânda, kemerlerle oluşturulan 6 adet niş yer alır. Bu kemerleri taşıyan duvarlar eklenmiş ve duvarlara açılan geçitlerle de tonozlu geçişler elde edilmiştir.

BİZANS HAMAMI

    Sür sisteminin inşasından hemen sonraki bir döneme tarihlenmektedir. Yapı Agora’nın güney stoasının yıkıntılarının üzerine inşa edilmiştir. Hamam binası, kentin girişinde hemen kapı ve nymphaeumdan sonra yer alır ve kamu yararına yapılmış olan bu yapı, sür duvarlarından dar bir yol ile ayrılır. Apsisli bir mekân sivali havuzu ve hypokaust sistemi ile calidarium olarak yorumlanır. Kazılarla ortaya çıkartılan mekânın çatı örtüsü, yıkıntı halinde elimize geçen parçalara göre tuğla bir kubbe ile örtülü olmalıydı. Bu yapının kazısının tamamlanması ile İmparatorluk Dönemi kamu hamamlarında Ortaçağdaki İslam dünyası hamam yapılarına geçişteki tipoloji ile ilgili önemli bilgiler elde edilecektir. Yapı, arkeolojik verilere göre, bütün kenti tahrip eden, VII. yüzyıldaki depremden sonra terk edilmiştir.

BÜYÜK HAMAM

     Bugün Hierapolis Arkeoloji Müzesi’nin Kurulu olduğu Büyük Hamam yapısı, kentin güney batısında, traverten kanallara açılan bir bölgede yer alır. MS 60 yılında Nero döneminde yaşanan büyük depremden sonra, kentteki inşaat faaliyetleri sırasında önemli bir su kaynağından yararlanmak üzere, MS II. yüzyılda yapılmıştır. Kaynaktan çıkan sular vadiye akmadan önce hala bu hamamın yıkıntıları üzerinden geçmektedir.

Hamam, bölgede bol miktarda bulunan traverteni çalışmakta usta olan, yerel işçilerin bir taş yapıtıdır. Akan suyun kalker oluşturma gücü nedeniyle, bugün orijinal tabanı 4 metre kalker altında kalmış olan yapı, iki mekânda korunmuş, diğerlerinde ise onarım yapılmıştır. Bugün müze olarak kullanılan mekânlar antik çağda hypokaust sistemi ile ısıtılmaktaydı. Türkiye Kültür Bakanlığı, Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından, mekânların orijinal tabanını bulmak üzere kazı ve onarım çalışmaları yürütülmektedir. Orta Çağ’da Roma Dönemi mekânları değiştirilmiş, duvarlarla bölünmüş ve yola kadar yayılmıştır.

    MS X. yüzyıldan Xİİİ. Yüz yıla kadar olan evrede, yerleşim merkezi ve etkisi antik çağdakini aşmıştır. Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait kazılar sırasında bulunan, birçoğu ithal sırlı kapılar, Hamamı kullananların bu dönemdeki zenginliğine dikkat çeker. 18. yüzyılın sonunda, Choisy tarafından belirtilmiş olan, biri kaburgalı beşik tönöz çatı ile örtülü sütunlar izlenebilmektedir. T salonunda yapılan yeni kazılarla batı tarafta korniş ile sınırlandırılmış üç büyük pencereli, apsisli, orijinal bir mekânı gün ışığına çıkartmıştır.

     Genellikle mekânların yan cephelerinde, dörtgen ya da yuvarlak planlı mekânlar ile iç mekânı hareketlendiren tipik Roma mimarlığı çözümleri kullanılmış, Roma’nın gücünü gösteren mermer heykellerin yerleştirilmesi ile bina süslenmiştir. En büyük mekân D, 20X32 metre ölçülerindedir ve uzun kenarında üç adet, biri dörtgen diğerleri yarım daire planlı eksedralar yer almaktadır. Eksedralar, bezemeli stükolar ile süslü kemerlerle örtülüdür. Bezemelerde ortada deniz kabuğu, kenarlarda volüt, yaprak ve çiçek motifleri tanınabilmektedir. Duvarlar, yüzeylerinde görülen metal kenet deliklerinden de anlaşılacağı gibi çok renkli mermer levhalar ile kaplı olmalıydı. Girişte bulunan iki ayak üzerinde bir kapı ve yapının çatısına çıkan merdivenlerin yer aldığı bir boşluk görülür. Bu bölümün doğusundaki büyük alan palestraya ayrılmıştır. Palestraya açılan dörtgen büyük mekânlar, yerel, beyaz ve pembe lekeli bresten yapılmış, sütunlü cephelere sahiptirler.

Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi