SULTAN AHMED CAMİİ – İSTANBUL
Ayasofya’yı koruma altına alan ve 4 minareyle süsleyen Osmanlı İmparatorluğu tarihlerin 17. yüzyılı gösterdiği günlerde karşısına bir mücevher daha yerleştirdi. Sultan I. Ahmet’in emri ve Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın ustalığıyla oluşturulan bu şaheserin adı Sultan Ahmet Camii. İstanbul’da mutlaka görülmesi gereken noktalardan biri.
Sultanahmet Camii, dünyanın en ünlü camilerinden biri. İçyapısında mavi renkli İznik çinilerinin kullanılmış olması bu muhteşem yapıya ayrı bir güzellik katıyor. Bu güzellik nedeniyle “Mavi Camii” olarak da biliniyor. Caminin geniş avlusu ve yapıldığı dönemden kalan beyaz minberi görülmeye değer. Camiye girdiğinizde yalnız duvarlarında her biri birer sanat eseri olan İznik çinilerine değil kubbe süslemelerine de bakın. Bu süslemeler, Osmanlı kültürünün en güzel örnekleri olarak bugün de varlıklarını koruyor.
Sultanahmet Mahallesi, At Meydanı Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Kendi adıyla anılan semtte, tam Ayasofya’nın karşısına oturtulmuş olan Sultan Ahmed Camii, 17. yüzyılda, Mimar Sinan’ın yapı anlayışı içinde inşa edilmiş bir şaheserdir. Sinan 1588 yılında öldüğü zaman, Osmanlı klâsik mimarisinin tüm eserlerini vermiş ve kendi mimarî ekolünü devam ettirecek mimarları da yetiştirmişti.
Sultan Ahmed Camii, Sultan I. Ahmed tarafından yaptırılmıştır. Temeli H. 1018 (M. 1609) de, bizzat Sultan tarafından törenle atılan camiin yapımı için, mimarına her türlü kolaylığın sağlandığı biliniyor.
Camiin mimarı, Sinan’ın ölümünden sonra Baş mimarlığa getirilen Mehmet Ağa’dır. Bu büyük mimar, Sultan Ahmed Camii’ni, Koca Sinan’ın kullanmadığı bir yere, Ayasofya’nın karşısına dikmiştir. Bunun büyük bir iddia olduğunda kuşku yoktur1. Bunda, bir İslâm eserinin, bir Bizans eseriyle açık olarak karşılaştırılabilmesi düşüncesinin egemen olduğu muhakkaktır. Böyle bir düşünce, o zamanın genel bir düşüncesi olmalıdır. Çünkü mimarın yapacağı esere, bulunduğu alanın düzenlenmesi için Sultan bütün emirleri vermiştir. Burada, camiye yer açmak için birçok yapının meselâ, Mehmet Paşa Sarayı ve Arslanhane gibi binaların yıktırıldığı biliniyor. Ayrıca aynı yerde Bizans yapıları da bulunuyordu.
Cümle kapısı ve mahfildeki kitabeler, caminin yapımının H.1025/M.1616 yılında tamamlandığını gösteriyor. Gerçekten de Sultan I. Ahmet tarafından bu tarihte açılan cami, aslında tam manasıyla H. 1026 yılında bitirilmiştir.
Sultan Ahmed Camii, kareye yakın iki plândan oluşmakta; bunun birini avlu diğerini de harim meydana getirmektedir. Cami, yüksek bir subasman üzerindedir. Mimar Mehmet Ağa’nın camiin zeminini yer seviyesinden yükselttiğine bakılırsa, onu belli bir seviyeden itibaren çevreye göstermek istediğine kuşku yoktur. Ayasofya’nın karşısında yapacağı binanın, daha yüksek görünmesini istediği anlaşılabilir. Bunun için, camiin yalnız iç avlu ve harimi için bir set yapılmıştır. Ayrıca Ayasofya’nın civarında duran bir insan ın, camii nasıl göreceği çok iyi hesaplanmıştır. Çünkü Ayasofya’nın Sultan Ah- med Camii’nden görünüşü, kitleli, oturaklı, masif bir etki yapmasına rağmen, Sultan Ahmed, harem ve avlu kesimi ile panoramik pramidal bir siluet vermekte ve silueti de altı minare yere raptetmektedir. Böylece Ayasofya yönünden Sultanahmed’e ince zarif bir siluet kazandırılmak istenmiştir. Mimar Mehmed Ağa’nın mümtaz bir mimar olduğunu söylemeye gerek yoktur. Egli’nin dediği gibi, Mimar Mehmet Ağa da, dahî bir mimardır. Bu bakımdan eserini Ayasofya’nın karşısına koyduğu anlaşılabilir. Sinan, Dikkat edilirse, Ayasofya’yı kendi başına bırakmıştır.
Camiin önünde ve iki yanında geniş bir dış avlusu olup bunun çevresi pencereli duvarlarla çevrilidir. Bu avluya, üçü cephede olmak üzere sekiz kapıdan girilir. Şadırvan avlusu 26 adet granit mermer ve porfir sütuna oturtulmuş, 30 kubbe ile çevrilidir. Mermer döşemeli bu geniş sahanın ortasında altı mermer sütunlu şadırvan, sahanın azametini gösterir. Şadırvanın kemerleri, kabartma olarak Rûmi geçmelerle ve köşebentleri yine kabartma lâle ve karanfil motifleri ile bezelidir. İç avluya, biri cepheden ve ikisi yandan olmak üzere her biri merdivenli üç kapıdan girilmektedir. Bu kapılarla dış avlunun cümle kapısı, o zamana kadar benzeri görülmemiş bronz kapılardır. Bu kapıların başka yerlerden getirildiği iddiaları yanlıştır; İstanbul’da yapılmışlardır.
Cami harimi, kareye yakın bir plânda olup 64×72 boyutlarındadır. Bir esas kubbe ile dört yarım kubbeden meydana gelmiştir. Yarım kubbeler eksedralarla yeniden genişletilmiştir. 33,60 m. çapındaki esas kubbe 5m. Çapında ve yuvarlak dört filayağı üzerine oturtulmuştur. Camiin harimine adım atar atmaz ilk yarım kubbenin yukarı çıkan meyli, gittikçe esas kubbeye doğru yükselir. Böylece göz kayar ve yerden 43 m. yükseklikteki kubbeye varır. Aslında Mimar, son cemaat yerinin 9 küçük kubbesini diğer klâsik dönem camilerinden daha küçük olarak, harim içinin muazzamlığına bir zıtlık sağlamak istemiştir. Bu ilgi çekici mekânın muazzam boşluğunu sınırlayan duvarlarını ince bir çininin kapladığı ve vitrayların da renk, renk aynı bir yansıma yaptığı düşünülürse, yapı içinin irrasyonel bir hava yaratacağı ve bunun dini bir yapı için ne derece gerekli olduğu anlaşılır.
Sultan Ahmed’in iç mekânı, nerede bulunursa bulunsun, her yerden, bütün mekâna hâkim bir görüş sağlayabilmektedir. Kubbeden aşağıya doğru mekân gittikçe yayılmaktadır. Bu pramidal yükselme ve yayılma sonucunda göz yanlara ve yukarıya doğru aynı mesafelere ulaşmaktadır 6.
Camiin su basmanı üzerinde olması ve kubbe yüksekliği dolayısıyla pencereleri fazladır. Böylece cami içini süsleyen binlerce çini ve kalem işleri tatlı bir ışık altında görülmektedir. Fakat bugün, döneminin alçı pencereleri kalmadığından ışık, munis durumunu kaybetmiştir. Camiin sol köşesinde hünkâr mahfili bulunmaktadır ki, bunun mozaik ve yeşim süslemeli mihrabı, sedefli kapısı, turkuaz üzerine, altın yaldızla yazılı çinileri başka bir yerde görülemez. Hünkâr Mahfilinin pencereleri üzerindeki camgöbeği çinilerin güzelliği, tam bir sadelik ve zevkle işlenmiş olan mihrap tacı, mihrabın iki köşesinde, koyu yeşil fon üzerindeki yaldızlı kabartma çi çeklerin nefaseti ve istalaktitin altına yerleştirilen yeşim tezyinat camideki süsleme üstünlüğünü son sınırına eriştirmektedir.
Bilindiği gibi doğuda ortaya çıkmış olan çinicilik, 16. yüzyılın ilk yarısına kadar Selçuklu çinileri esasına uygun veya ufak bazı değişikliklerle devam etmiştir. Fakat Türk mimarisinin yükselmesi, özellikle Süleymaniye gibi şaheserlerin yapılması aynı zamanda ona layık mimari bir tezyinata ihtiyaç doğurmuştur. İlk büyük eserlerini Süleymaniye’de ve yanındaki türbelerde gördüğümüz çinilerin en nefislerini Selimiye, Sokullu, Rüstem Paşa ve Piyale Paşa Cami’leriyle, Topkapı Sarayında görürüz. Bu çiniler gerek sır, gerekse renk ve desen bakımlarından bu sanatın artık bir daha erişilemeyecek parçalarıdır.
Fakat Sultan Ahmed Camii’ndeki çiniler-yalnız Topkapı Sarayındakiler istisna olmak üzere – çeşitlilik bakımından bunların hepsinden üstündür. Bu çeşitliliği aynı zamanda miktarın çokluğu da temin etmektedir. Sultanahmet’te, her biri 16-18 akçeye satın alınmak üzere 21043 çini harcanmıştır. Beyaz zemin üzerine çeşitli renklerle meydana getirilen panolardaki selviler, laleler, sümbüller, narçiçekleri, rumiler, üzüm salkımları Sultanahmet Camiindeki güzelliği sağlayan ve ancak Türk çiniciliğine mazhar olan varlıktır. Tahsin Öz, bizzat kendi incelemeleri sonucunda, 50’den fazla muhtelif desende çininin bulunduğunu ve bu benzerine rastlanmayan durumun tezyini sanatlar için bir hazine olduğunu söylüyor.
Sultanahmet Camiinin, türbe, medrese imarethane, tabhane, kasr-ı hümayun, mektep, sebiller ve fevkani odalarla, tahtanî dükkânlar vardır. Caminin en önemli özelliklerinden biri de hiç bir yerde görülmeyen minare sayısıdır. Dördü üç, ikisi de ikişer şerefeli altı minaresi vardır.
Kaynak: Fatih Kaymakamlığı
Fotoğraflar: Mustafa Gürelli