31 Ekim 2024
Camiler

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI – DİVRİĞİ / SİVAS

Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Sivas’ın Divriği ilçesindeki tarihi cami ve hastane. Cami 1228–29 yıllarında Mengücekli beyi Ahmed Şah tarafından; Dârüşşifa ise aynı tarihte, Ahmed Şah’ın eşi ve Erzincan beyi Fahreddin Behramşah’ın kızı olan Turan Melek tarafından Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara yaptırılmıştır. Darüşşifa caminin güney duvarına dayanmıştır. Orta bölümü bir ışıklık kubbesi ile örtülmüştür, giriş ile birlikte dört eyvandan oluşur. Darüşşifanın kuzeydoğu köşesinde türbe yer alır. Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine alınmıştır.

DARÜŞŞİFANIN GİRİŞ KAPISI

Harim mihraba dik beş sahından oluşur. Orta sahın diğerlerinden geniştir. Burada yer alan dilimli mihrap önü kubbesi dıştan kümbete benzeyen piramit bir örtü ile örtülmüş ve dışarıdan da camiye hakim bir hale getirilmiştir. Orta sahında bir ışıklık yer alır. Işıklık kubbesine geçişte yelpaze biçimli Türk üçgenleri kullanılmıştır. Camide sahınların hepsi birbirinden farklı yıldız tonozlarla örtülmüştür. Bu camide hem Selçukluların avlulu plan tipi, hem de Emevi plan tipini bir arada görmek mümkündür.

Plan tipi ve süsleme olarak benzeri olmayan bir eserdir. Aralarında üslup birliği olmayan üç portalin süslemeleri birbirinden farklıdır. İki başlı kartal motifini de içeren süslemeler son derece taşkın ve barok karakterlidir. Batı portalinde Alaaddin Keykubad’ın arması olan çift başlı kartal ile Ahmet Şahın arması doğan motifi bulunur.

Bugün kirişleme izleri kalmış olan ahşap hünkar mahfili Anadolu’daki en erken örneklerden biridir. Abanoz ağacından minber, kabartma sülus yazı kuşakları ve yıldız motifleri büyük bir özenle yapılmıştır. Yapının taşkın barok karakterli ve iri palmetlerle bezeli mihrabı da önemli bölümlerindendir. Caminin doğu cephesindeki pencerenin (özgününde bey mahfili kapısının) üzerinde Ahlatlı nakkaş Ahmed, minberde Tiflisli İbrahim oğlu Ahmed ve hattat Mehmed, caminin güney duvarındaki âyet şeridi üzerinde Mehmed oğlu Ahmed’in adları yazılıdır. Divriği Ulu Cami ve Dârüşşifası, Selçuklu dönemi içinde küçük sayılabilecek yapı topluluklarından biri olmasına karşın, altı sanatçısı ile dikkat çekicidir. Bu bağlamda yapı topluluğu, Selçukluların yanı sıra Mengücekli çevresinde de ekip çalışmasının ve toplam kalite anlayışının varlığını gösteren önemli bir örnektir.

KAPIDA BELİREN İNSAN SİLÜETİ

Caminin giriş kapısına ikindi güneşi düştüğü zaman gölgelerden oluşmuş, ayakta duran, yandan bir erkek silüeti belirir. Bu silüetin önünde dikdörtgene benzer bir gölge daha vardır. Bu gölgelerin Kur’an okuyan ve namaz kılan bir adam olduğuna inanılır.

Evliya Çelebi bu eser için şöyle demiştir: “Üstad, mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır.”

HAVUZ

Darüşşifa’nın merkezindeki havuzdan taşan fazla su, havuzun etrafındaki kare planlı kanaldan havuzun etrafını dolaşıp, daire çizerek yapıdan tahliye edilir.

MENGÜÇLÜ BEYLİĞİ

Mengüçlü Beyliği ya da Mengücekliler (1080-1228), Malazgirt Savaşı’ndan sonra Anadolu’da Erzincan merkez olmak üzere, Kemah, Divriği, Şebinkarahisar, Tunceli, Elazığ yöresinde kurulmuş bir beyliktir. Kurucusu Malazgirt Savaşı’na Selçuklu Sultanı Alp Arslan’ın komutanı olarak katılmış Mengücek Gazi’dir.

Mengücek Gazi, Anadolu’nun fethi sırasında Erzincan, Kemah, Divriği ve Karahisar’ı zapt etmişti. Kendisi bu çarpışmalarda şehit düştü. 1142 yılında Mengücek Gazi’nin oğlu İshak’ın iktidara gelmesiyle Erzincan kolu ve Divriği kolu olmak üzere ikiye bölündüler. Erzincan kolu, 1228 yılında Erzincan’ı ele geçiren I. Alaeddin Keykubad tarafından ortadan kaldırıldı. Divriği kolu da 1252 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’nin yönetimi altına girdi. Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlanan son Türk beyliğidir.

Divriği’de bulunan bazı eserleri zamanımıza kadar gelmiştir. Divriği’deki Kale Câmii bunlardandır ve 1180’de Şâhin-şâh Süleymân tarafından yaptırılmıştır. Yine Divriği’deki Ulu Câmii ve Darüşşifası Mengücüklerden Ahmed Şâh tarafından 1228-29 yılında inşa ettirilmiştir. Bu câmiin kapıları sanat tarihi bakımından oldukça değerli kabul edilir. Ulu Câmiyi minberini ve hisarın kapılarından birini de Ahmed-şâh yaptırmıştır. Behrâm Şâh’ın kızı Turan Melek tarafından Ulu Cami’ye bitişik olarak yaptırılan Dârüşşifâ da önemli Mengücekli eserlerindendir. Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine alınmıştır.

Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi

DİVRİĞİ ULU CAMİİ VE DARÜŞŞİFASI – DİVRİĞİ / SİVAS

        Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası, Sivas’ın Divriği ilçesindeki tarihi cami ve hastane. Cami 1228–29 yıllarında Mengücekli beyi Ahmed Şah tarafından; Dârüşşifa ise aynı tarihte, Ahmed Şah’ın eşi ve Erzincan beyi Fahreddin Behramşah’ın kızı olan Turan Melek tarafından Ahlatlı Muğis oğlu Hürrem Şah adlı bir mimara yaptırılmıştır. Darüşşifa caminin güney duvarına dayanmıştır. Orta bölümü bir ışıklık kubbesi ile örtülmüştür, giriş ile birlikte dört eyvandan oluşur. Darüşşifanın kuzeydoğu köşesinde türbe yer alır. Divriği Ulu Cami ve Darüşşifası 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesine alınmıştır.

     Divriği Ulu Cami’ye gelince hayran olmamak mümkün değil.  O nasıl bir san’at eseridir, o nasıl bir taş işçiliğidir, anlatmakla olmaz, gidip görmek gerek.

     Önce Şifahane Taçkapısı’nın önüne geliyoruz. Bahçe kapısından içeriye girince zaten önce bu kapıyla karşılaşılıyor. Bu kapı Avlu Kapı, Çarşı Kapı adlarıyla da anılıyor. Taşın nasıl işlendiğine hayran hayran bakıyor ve gurur duyuyoruz. Özgün mimarisi ile eşi bulunmayan Turan Melek Darüşşifası Anadolu Selçuklu’da açılan ilk ruh ve akıl hastalıkları merkeziymiş.

     Daha sonra caminin Batı girişindeki Tekstil Kapı’nın önüne geliyoruz, motifleri algılayamaz oluyoruz. Caminin kuzeyindeki Taç Kapı’ya vardığımız da ise sözün bittiği yere geliyoruz.

    Divriği Kaymakamlığı’nın hazırlamış olduğu site de Taç kapı aşağıdaki gibi anlatılmış.

     Bu eserde her kapı ayrı bir güzelliğe sahip olmakla birlikte en görkemli ve ihtişamlı kapı bu kapıdır. Kapı, kaleye baktığı için Kale Kapı, kuzeye baktığı için Kuzey Kapı, cemaatin giriş kapısı olarak kullanıldığı için Cümle Kapısı gibi isimlerle anılmakla birlikte en yaygın bilinen ve kullanılan ismi Cennet Kapıdır. Bu kapıya cennet kapı adının verilmesi, üzerindeki tüm motiflerin cenneti tasvir etmesi sebebiyledir. Kuran-ı Kerim’de geçen cenneti anlatan ayetlerdeki eşsiz cennet nimetlerinin tasvirleri burada taşa nakşedilmiştir.

    Anlatılmak istenen cennet olunca, onu anlatan motifler de bir o kadar harika ve benzersiz olmuştur. Kapının tamamı bir cennet bahçesine benzetilerek cennet ve cennetin katmanları anlatılmıştır. Sağ taraftaki yıldız bordüründe “Adaletli sultanın mutluluğu, egemenliği ve saadeti ebedi olsun” ifadesi, simetrisinde ise Ayete’l-Kürsi’nin, “Allah’tan başka ilah yoktur, sadece O vardır” anlamındaki kısmın metni yazılıdır. Zirve noktasındaki kitabede “Sultanu’l-muazzama, halifenin yardımcısı Alâeddin Keykubat zamanında” yazmaktadır. Bu camiyi yaptıran Beylik, Selçuklu Devleti’ne bağlı olduğundan, devletin başındaki sultanın ismine özellikle cennet kapıda yer vererek Selçuklu Sultanı Alâeddin Keykubat’ı yüceltmiştir.

    Kapı üzerinde, hayat ağacı motifleri ve sonsuzluğu ifade eden rozetler bulunmaktadır. Hayat ağacı motifi ebediyeti, ölümden sonraki ahiret hayatını ve cenneti sembolize etmektedir. Ayrıca, altında ateş yanan kazanları gösteren motiflerle, az da olsa cehennem hatırlatılmıştır. Esasında, altında ateş yanan kazanlar Anadolu Selçukluları’nda bolluk ve bereketin simgesi iken bu kapıda cehennemi tasvir etmek için de kullanılmıştır. Kazan üzerinde devam eden sütunlara hiçbir motif işlenmeyerek cehennemin boş, cennetin ise güzelliklerle dolu olduğuna vurgu yapılmıştır.

     Kapının kitabesi bu yapının en nadide kısımlarından biridir. Kitabe beş ana parçadan oluşmuş, bitkisel bezemeler içerisine yazılarak harikulade bir çerçeve içine alınmıştır. Kitabede “Süleyman Şah oğlu Ahmet Şah, Allah’ın affına muhtaç, aciz kul 626 Hicri aylarının birinde bu caminin yapılmasını emretti” ifadesi yer almaktadır. Bununla beraber kitabenin başlangıç parçasında “gül” son parçasında ise “bülbül” motifi işlenerek bu eserin yapılış gayesi dile getirilmiştir: Gül peygamberimizi; bülbül ise onun Allah’a olan aşkını simgelemektedir.

     Evliya Çelebi “Elhasıl medhinde diller kasirdir.” (Övmek için söz yetişmez.) (1650) demiş Divriği Ulu Cami için.

      Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi için sözü Doğan Kuban’ın “Cennetin Kapıları “ adlı kitabına bırakmak gerekir. Kitapta önemli görünen alıntılar:

      12-14. yüzyıllar arasında Anadolu Selçuklu Mimarisi adıyla anılan sanat çağında 1228/29 tarihli Divriği Ulucami’si ve Şifahanesi’nin Anadolu’daki mimari gelişme içinde tek kalmış ve İslam sanat tarihinde de eşi olmayan taş yontularını sunmaktadır. Bu yapının ustaları içinde sadece bir tanesinin adı, cami ve şifahanede birer kez “Ahlatlı Hürremşah” olarak verilmiştir. Olasılıkla yapıların tasarımı ve taş yontuların bir bölümü bu Ahlat kökenli sanatçının yaratmasıdır. Yapıdaki anıtsal taçkapıları süslemek için gerçekleştirilen yontu programı, bezemeyi mimariyi tamamlayıcı rolünden uzaklaştırmış, taş oymayı heykelleştiren olağanüstü bir yapıt yaratmıştır. Divriği sanatını özgün kılan ve ün kazandıran, bu heykel nitelikli taş oymalardır. Fakat bu estetik nitelik ötesinde sanal bir Cennet Kapısı olarak tasarlanmış olan Kuzey (Kıble) Taç kapısı, İslam sanat tarihindeki belki de tek cennet kapısı imgesidir. Bu bakımdan da İslam kültüründe çok önemli bir yeri olmalıdır.

     Türkler, Abbasi sultanlarının paralı askerleri olarak, Doğu Anadolu’yu 9. yüzyıldan itibaren tanımış olmalıdır. Doğu Anadolu’da beylikler kuran Türk emirleri arasında Mengücek de vardır ama onun kimliği konusunda belgesel bir bilgi yoktur. Herhangi bir temel belgeye dayanmasa da Mengücek, ülke açan, beylik kuran bir Türkmen emiridir. 1118’den önce öldüğü düşünülen Mengücek Gazi’nin oğlu İshak, Danişmend sülalesinden Melik Gazi’nin kızıyla evlenmiştir. Oğullarından Davut’a Erzincan kentini ve Kemah Kalesi’ni, Süleyman’a ise Divriği’yi bırakmıştır. Fakat Divriği kolunun, adını ve yaptıklarını bildiğimiz ilk emiri Süleyman’ın oğlu Şahinşah’tır. Divriği Kalesi’nde 1180 tarihli ilk caminin kitabesinde Şahinşah’ın adı yazılıdır. Divriği’deki en önemli yapılardan biri olan Sitte Melik Türbesi’nin kurucusu da Emir Şahinşah’tır. Şahinşah’ın iki oğlundan biri olan Süleyman, Divriği Ulu Camisi’ni yaptıran Ahmed Şah’ın babasıdır. Divriği’deki Mengücek sülalesi, hakkında hiçbir şey bilmediğimiz Süleyman Şah’tan başlayarak 1270’e kadar devam etmiş olabilir.

      Kitabeler ve sikkeler dışında tarihleri konusunda pek az şey bildiğimiz Mengücek Beyliği’nin en ünlü hükümdarı Erzincan Emiri Fahrüddîn Behramşah hakkında bildiklerimiz, Divriği gibi önemsiz bir Anadolu kentinde büyük bir mimari yapıtın yaratılması olgusunu bir ölçüde aydınlatmaktadır. Bu sülalenin en ünlü ve en uzun süre hükümdarlık yapmış olan beyi Davut Bey’in oğlu Fahrüddîn Behramşah (1162?-1225) Konya Selçuklu ailesiyle dünürlük kurmuştu. Mengücekler, Konya Selçuklu Devleti’nin egemenliğini tanıyordu. Behramşah, saltanatının başında Gürcüler ile yapılan bir savaşın galipleri arasında olduğu için “Gazi” unvanı da taşımıştır. Behramşah döneminde Erzincan sarayı sürekli bir göç ve savaş ortamında, özellikle Moğolların İran’daki baskıları arttıktan sonra, batıya kaçan sanatçıların, sufilerin, şairlerin himaye gördükleri, sığınılacak bir kültür ortamı olarak ünlenmiş olmalıdır. Behramşah’ın sarayının ününü artıran iki ad, Belh’den gelerek dört yıl boyunca kendisi için yapılan medresede ders veren Mevlana’nın babası Bahaeddin Veled ve Mahzen-ül-Esrar adlı kitabını Behramşah’a sunan Azerbaycanlı şair Nizami’dir. Mengücek bölgesinin Ahlat ve Tiflis gibi kentler ve Azerbaycan ile sürekli ilişki içinde olduğu anlaşılıyor. Bahaeddin’in buradaki uzun süreli yaşamı Sufizm’in yöredeki etkinliğinin de kanıtı olarak düşünülebilir. Öte yandan Mengücek emirlerinin İslam öncesi geleneklerini sürdürmeleri de bölge için karakteristiktir. Divriği’de Emir Şahinşah’ın, Alp Kutluk, Tuğrul Tekin, Yabgu gibi eski Türk unvanlarını kullanmaya devam ettiği görülmektedir. Divriği Ulucamisi Taçkapısı’ndaki hayat ağacında şaman mitologyasındaki sayısal oranların kullanılışı, batı kapısındaki totem nitelikli kuşlar ve Şifahane Taçkapısı’ndaki saçlı Selçuklu figürlerinin İslami unvanlarla birlikte kullanılması yeni Müslüman olan Türk emirlerinin sinkretik kültürlerini aydınlatan olgulardır

     Kuzey Taçkapısı iki aynı kökenli simgesellik içerir: Biri, Kur’an’da olan cennet imgesi, öteki bu cenneti hem tasvir eden hem de ona ulaşan iki hayat ağacı. Kapı nişinin iki yanındaki hayat ağaçları üç sıralı benzer öğeden oluşur; her kat üç palmet ve bir güneş diski içerir. Burada dünyada olmayan cennet ağaçları ile Türk şamanının dokuz katlı göğe yükseliş simgeselliği örtüşmektedir. Kemerin üzerindeki lotus, eski Mısır’ın yeni doğan yaşam simgeselliğinden Hint mitolojisinin tanrısal “emanation”una kadar uzanan evrensel bir simgedir. Bu süsler taç kapı çevresinde soyut bir çelenk oluştururlar.

    Caminin kuzey tarafında ki hamamdan camiye boru döşenmiş, bu borulardan gelen hamamın sıcak su buharı ile cami ve Bimarhane ısıtılmış.

     Cami Sultan Süleyman döneminde 1565 yılında Mimar Sinan tarafından onarımdan geçirilmiş ve Kuzey Batı tarafına bir de silindir gövdeli, tek şerefeli, kesme taştan minare yapılmış.

     Divriği Ulu Cami, nasıl bir değer olduğu bilinmeden kasaba cami olarak uzun yıllar hizmet vermiş. II. Dünya harbi esnasında Dolmabahçe sarayından bazı eşyalar buraya taşınmış ve depo görevi görmüş. 1985 yılında UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınmış.

   2016 yılında yenileme çalışmaları başlamış. Çatı onarılırken yağmur, kar, rüzgar çamurdan etkilenmesin diye çelik konstrüksiyondan binaya değmeyen geçici çelik konstrüksiyon çatı yapılmış. Sivas Valisi‘nin ifadesi ile geçici çatıya harcanan parayla 2-3 spor salonu yapılırmış. Olsun değer Divriği Ulu cami ve Şifahanesi için.

    Anadolu’nun gözlerden uzak en küçük hanedanının melik ve melikesinin yaptırmış olduğu külliye 790 yıldır ayakta kalmayı başarmış. Mengücekler hakkında fazla bilgimiz yok ama öyle bir eser var ki ortada namları da şanları da yürümüş.