AHİ ÇELEBİ CAMİİ – İSTANBUL
Ahi Çelebi Camii Fatih ilçesinin Eminönü semtindeki bir camidir. ‘Kanlıfırın Mescidi’ ve ‘Yemişçiler Camii’ olarak da bilinir. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin arkasında, Zindan Han yakınında ve Yoğurtçular sokağındadır. Banisi Ahi Mehmet Çelebi ‘dir. Adı kaynaklarda Ahmed ve Mahmud olarak da geçmektedir. Daha çok Ahî Çelebi ismiyle şöhret bulmuştur.
Caminin banisi, Osmanlı’nın en parlak dönemlerine şahit olmuş; Fatih Sultan Mehmet, II. Beyazıt, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde yaşamış zamanının önde gelen doktorlarından olan Tabip Kemal Ahi Can Tebrizi’dir. Ahi Çelebi, ilk eğitimini babasından almış, Mahmutpaşa’da bir dükkânda doktorluk yapmıştır. Fatih Darüşşifası’nda başhekimliğe kadar yükselmiştir. Doksan yaşında çıktığı Hac yolculuğunun geri dönüşünde rahatsızlanarak Mısır’da vefat etmiştir. 1523 yılında Mısır’da İmam Şafii türbesine defnedilmiştir.
Tezkiretü’l Ebniye’de Mimar Sinan’ın eserleri arasında adı geçen caminin ilk inşa tarihine bakıldığında bu pek mümkün görülmemektedir. 1539’da yanıp harabe haline gelen camiyi Mimar Sinan baştan sona onarmış ona yeni bir görünüm kazandırmıştır. Bu sebeple Mimar Sinan’ın eserleri arasına girdiği kaynaklarda görülmektedir. Aynı zamanda Evliya Çelebi de Ahi Çelebi’den “Yemiş İskelesi’nde helal malla yapılmış Mimar Sinan yapısı Ahi Çelebi Camii” diye bahsetmektedir.
Cami, 1539 ve 1653 yıllarında iki kez yanmış, 1892 zelzelesinde ise büyük hasar görmüştür. Tezkiretü’l-Ebniye ve Tezkiretü’l-Bünyan’da Mimar Sinan’ın eserleri arasına gösterilen yapı uzun yıllar harap vaziyette idi. 1990’lı yıllarda restorasyona alınarak yeniden faaliyete geçirilmiştir.
Bu cami Evliya Çelebi’nin “şefaat ya Rasûlullah” yerine “seyahat ya Rasûlullah” rüyasını gördüğü camidir. Bu yönüyle İstanbul folklorunda ayrı bir yer tutar. Dikdörtgen plan üzerine, ikişer kemerle desteklenen tek kubbeli, taş-tuğla yapımı olup, kubbe kasnağı demirden bir çemberle çevrilidir. Kapısına merdivenlerden çıkılır. Restorasyon sürecinde caminin minaresi de yenilenmiştir.
Vikipedi, özgür ansiklopedi
EVLİYA ÇELEBİ’NİN GÖRDÜĞÜ MEŞHUR RÜYA
Ahi Çelebi Camii’nin İstanbul folklorunda ayrı bir yeri vardır. On ciltten oluşan Seyahatnâme’nin yazarı Evliya Çelebi’nin gördüğü meşhur rüya bu mekânda geçmiştir. Evliya Çelebi başından geçen eskilerin deyimiyle “beyne’n-nevm ve’l-yakaza,” yani “uykuyla uyanıklık arasında” yaşadığı bu hadiseyi şu şekilde anlatmaktadır:
“Yıl 1630. hicri takvimle 1040. Aylardan Muharremdi. Aşure gecesi Kur’ân okudum, dualar ettim. Peygamber Efendimizi çok özlemiştim. Biraz dinlenmek için yuvarlak yastığıma yaslandım. Uyku ile uyanıklık arasında idim. Bir anda Yemiş iskelesi yakınındaki Ahî Çelebi Camii’nde buldum kendimi. Bu, helâl para ile yapılmış bir camidir. İçinde yapılan dualar boşa çıkmaz diye bilinir. Vakit, sabah namazı vaktiydi. Kapıdan bir sürü silahlı ay parçası yiğit girdi içeri. Caminin nasıl aydınlandığını anlatamam. Sanki gökten ay kopmuş, sonra bu aya yüzlerce ay ve yıldız daha katılmış da camiyi doldurmuştu. Bu nur yüzlü askerleri hayranlıkla seyrediyordum.
Hemen yanıma oturan yiğide sordum:
– Sultanım, siz kimlerdensiniz? İsminizi söyler misiniz?
– Cennetle müjdelenmiş on kişiden, okçuların piri Vakkasoğlu’yum, dedi.
Hemen eline davrandım, öptüm.
– Pekiyi, bu sağ taraftaki nur yüzlüler kim?
– Peygamberler, evliyalar, Peygamber Efendimizin dostları,
Medineliler, Mekkeliler ve Kerbelâ şehitleri… Mihrabın önünde gördüğün, Veysel Karanî, solda duvarın dibindeki müezzinlerin piri Habeşli Bilâl. Şu sancakla gelen al elbiseli askerler de şehit ruhları. Başlarındaki zat ise şehitlerin serdarı Hazreti Hamza’dır…
Böyle, böyle cami içindeki bütün cemaati bana tanıttı. Hangisine baktımsa sevinç doldum, can buldum.
– Burada toplanmanızın sebebi nedir?
– Azak taraflarındaki İslâm askerleri dara düşmüşler, Tatar Hanına yardıma gidiyoruz.
Biraz sonra Peygamber Efendimiz de gelecek. Sabah namazının sünneti kılınacak. Sonra “Kamet getir” diye işaret buyururlar, sen de yüksek sesle kamet getirirsin. Selâmdan sonra müezzinliği Bilâl ile birlikte yaparsınız, oldu mu? Namaz bitince de Efendimiz mihrapta iken hemen koş, mübarek elini öp. “Şefaat Ya Rasûlullah” de, yardımını rica et.
Heyecanlanmıştım. Demek burada olduğumu biliyorlardı. Çok geçmedi, cami kapısında apaçık bir nur belirdi. Zaten aydınlık olan cami bir kat daha aydınlandı. Sağında Hasan, solunda Hüseyin ile Peygamber Efendimiz göründü. “Bismillah” diyerek içeri girdiler. İçeride bulunanlara selâm verdiler. Mihraba geçip sabah namazının sünnetine durdular. Korkudan mı, heyecandan mı bilemiyorum titremeye başlamıştım. Hazreti Peygamber, “Hilye-i Hakani’de anlatıldığı şekilde idi. Hayran hayran seyrediyordum. Selâm verince bana baktı, sağ eli ile dizine vurdu.
– Kamet getir! Buyurdu.
Segâh makamında kamet okudum. Bütün cemaat kalktı. Hazreti Peygamber cemaate imamlık etti. Müezzinliği Vakkasoğlu’nun öğrettiği şekilde tamamladık. Sabah namazı bitti. Efendimiz mihrapta ayağa kalkmıştı. Vakkasoğlu elimden tutup mihraba götürdü beni.
– Allah’a ve Rasûlüne âşık bu Evliya Çelebi şefaat diler, dedi.
Dokunsalar ağlayacak gibi idim. Her tarafım titriyordu. Aklım başımdan uçmuştu sanki. Hiç halime bakmadan, haddimi bilmeden Hz. Peygamber’in mübarek ellerine dudaklarımı kondurdum.
Dileğimi söyledim ama heyecandan “Şefaat Ya Rasûlullah” diyeceğime “Seyahat Ya Rasûlallah” demişim.
Hz. Peygamber tebessüm buyurdular.
– Seyahat ve ziyareti bu kuluna kolay eyle Ya Rabbi, dediler ve dua buyurdular.
Ardından hep birlikte “Fatiha” okuduk. Orada bulunan herkesin mübarek ellerini öperek hayır dualarını aldım. Kiminin eli misk, kiminin menekşe, kimininki de karanfil gibi kokuyordu.
Hz. Peygamber’in mübarek kokusu ise zağferan ve kırmızı gül gibiydi.
Peygamberimizin arkadaşları, benim için dua ettiler. Önce Hz. Peygamber, ardından diğer mübarekler çıkıp gittiler. Vakkasoğlu okluğunu çıkarıp benim belime sardı.
– Yürü! Ok ve yay ile gaza eyle, dedi. Allah yardımcın olsun.
Sonra bir müjde verdi:
– Burada kimin elini öptüysen onu ziyaret edeceksin. Ülkelerini gezip göreceksin. Ancak gezip gördüğün yerleri, oraların güzel özelliklerini yaz. Bundan böyle benim ahiret oğlumsun.
Hak ve hakikatten sakın ayrılma. Gönlün huzurla dolsun. Ekmek ve tuz hakkını gözet, iyi bir dost ol. İyilerden iyilik öğren.
Kimseye bir zararın dokunmasın. Haydi, yolun açık olsun, dedi ve alnımdan öpüp o da çıktı, gitti.
Şaşkın bir halde kendime geldim. Bu hal ne olabilirdi? İçime bir rahatlık, gönlüme neşe dolmuştu. Sonra ben de camiden çıktım. Kasımpaşa tarafına geçtim. Olanları ünlü rüya tabircisi İbrahim Efendi’ye anlattım.
– Cihanı dolaşan bir gezgin olacaksın. Güzel sonuç alacaksın.
Peygamber Efendimizin şefaati ve cennete gireceksin, dedi.
Oradan Kasımpaşa Mevlevîhânesi Şeyhi Abdullah Dede’ye gittim.
Ellerini öpüp rüyamı ona da tabir ettirdim. O da aşağı yukarı aynı şeyleri söyledi.
– Said ibni Ebî Vakkas’ın nasihati üzere önce bizim Istanbulcağız’ı yazmaya başla. Haydi, durma, dedi. Yürü, işin rast gele.
Bana yedi ciltlik bir tarih kitabı verdi. Hayır, dualar etti. Eve döndüm.
Bazı tarihleri inceledim ve İstanbul’u yazmaya başladım.
Böylece Ahi Çelebi Camii, Evliya Çelebi’nin rüyası ile Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in maneviyatta sabah namazını kıldığı ve kıldırdığı camii olma şerefine nail olmuştur. Bu nedenle caminin içerisinde iki adet mihrap bulunur. Bu çift mihrabın birinde nuru temsilen yirmi dört saat lamba yanar, diğeri ise Osmanlılar tarafından Peygamber’in namaz kıldırdığı yerde, imamdan başka kimsenin namaz kıldırmaması için yapılmış küçük bir mihraptır.