KAVALA – YUNANİSTAN
Ege denizinin kuzey sahilinde Selânik ile Dedeağaç (Alexandropolis) arasında yer alır; ıssız bir Ortaçağ yerleşim bölgesinde Osmanlılar tarafından kurulmuştur. Kavala, Kuzey Ege’ye doğru çıkıntı yapan kayalık bir burunda iyi korunmuş olup günümüze ulaşan bir Bizans ve Osmanlı kalesinin hâkim olduğu alanda bulunur. Yeni kurulan mahalleler eski merkezin batı ve doğusundaki dağlara doğru kademeli bir şekilde yelpaze biçiminde açılır. Kanûnî Sultan Süleyman döneminden beri ticarî mekânlar kalenin altındaki düzlükte ve liman boyunca yoğunlaşmıştır.
Kavala, karşısındaki Taşöz (Thasos) adasının bir kolonisi olan kadîm Neapolis şehrinin devamı olarak kabul edilir. Roma devrinde ise denizden 16 km. içerideki Philippi şehrine bağlıydı. Geç antikite döneminde bu şehrin yıkılışının ardından Neapolis kendi bağımsızlığını kazandı. İmparator Iustinianos tarafından yeniden güçlendirilen şehir, Slavlar ile Bulgarlar’ın istilâlarına uğradıysa da IX. yüzyılda Philippi’yi işgal eden Bizanslılar’ın elinde kaldı. Bu dönemlerde Christopolis adıyla tanındı ve bir piskoposluk merkezi oldu. XIII. yüzyıldan itibaren başpiskoposluk haline geldi. 1185’te şehir Normanlar tarafından yakıldı. XIII. yüzyılın başlarından itibaren Haçlılar’ın Bizanslılar’la olan mücadelelerinden oldukça etkilendi. Uzun süre Franklar’ın hâkimiyetinde kaldıktan sonra 1242-1243’te Bizanslılar tarafından geri alındı. Şehrin şimdiki adı Frank işgaline kadar gider ve buranın at değişiminin yapıldığı bir posta istasyonu, yani menzil noktası olmasıyla ilgilidir. 1309’da şehir ve çevresi Katalanlar’ın buradan geçişi sırasında tahribata uğradı. Bunun üzerine İmparator II. Andronikos dağlardan Kavala önlerine, denize kadar büyük bir duvar inşa ettirerek Katalanlar’ın dönüşünü engelledi. 1345’lerdeki Sırp yayılması esnasında Kavala Bizanslılar’ın idaresinde kaldı. İlk Osmanlı kronikleri, Drama ve Serez’in Deli Balaban ile Lala Şâhin Paşa kumandasında fethiyle (785/1383) bağlantılı olarak Kavala’nın barış yoluyla ele geçirildiğini kaydeder. Ayrıca buranın 775 (1373-74) tarihinde alındığı da ileri sürülür. Başlangıçta Osmanlılar Kavala’da gevşek bir idare kurmuşlardı. 1390’da Bizans tahtında hak iddia eden Manuel Paleologos’un, Kavala birliklerinin de yardımıyla bir Osmanlı vasalı olan İmparator VII. Ioannes’i tahttan indirmesi üzerine Yıldırım Bayezid Şevval 792’de (Eylül 1390) Kavala’yı aldı, kısa bir Bizans kroniğine göre de şehrin surlarını yıktırdı ve ahalisini şehirden çıkardı. Bizans dönemi Kavala’sı hakkında kalesinin küçük olduğu dışında başka bilgi yoktur. Büyük ihtimalle kalenin aşağısında ve limana bakan mevkide bir dış mahalle vardı, ancak şehir içme suyu sıkıntısı çekilmesi sebebiyle nüfus bakımından gelişememişti. XV. yüzyıl boyunca burası nüfusu az küçük bir yerleşme yeri olarak kaldı. 883 (1478) tarihli Osmanlı tahrir defterine göre burada yetmiş beş hıristiyan ve on iki müslüman hânesi (yaklaşık 400-500 kişi) bulunuyordu (BA, TD, nr. 7, s. 88-89). 925 (1519) tahririnde nüfus altmış bir hıristiyan ve yirmi iki müslüman hânesinden ibaret olup hemen hemen bir öncekiyle aynı kaldı (BA, TD, nr. 70, s. 3). Bu tarihten sonra Kavala büyük ihtimalle aşırı derecede kuraklık ve korsanların faaliyetleri yüzünden gerilemeye başladı. Nitekim 934 (1528) tahririne göre burada otuz bir hıristiyan hânesi ile on altı müslüman hânesi (yaklaşık 150-200 kişi) vardı. Bu kaynaklarda şehirde kale ve askerî garnizonun varlığına dair bilgi yoktur.
934’ten (1528) sonra Osmanlı hükümeti Kavala’yı yeniden canlandırmak için köklü tedbirler aldı. Kanûnî Sultan Süleyman uzaktaki dağlardan su sağlamak için zamanımızda da varlığını sürdüren ve şehrin silüetine hâkim olan uzun ve büyük bir su kemeri inşa ettirdi. Bu muazzam mimari eser birçok ansiklopedi ve seyahat rehberinde Roma dönemine ait olarak gösterilir. Hâlbuki Osmanlı tahrirlerindeki kayıtlar ve Fransız seyyahı Pierre Belon’un ifadeleri bu yapının Osmanlılar’a ve Sultan Süleyman dönemine ait olduğunu kanıtlar. Vezîriâzam İbrâhim Paşa da kalenin dış kesimindeki düzlük alanda kubbeli bir cami yaptırmış ve buna bir hamam, kervansaray, mektep ve yolcular için bir imaret ilâve ettirmiştir. Yeni yerleşimcileri çekmek amacıyla müslüman ve hıristiyan ahaliye imtiyazlı bir vergi statüsü tanınmış, büyük çapta genişletilerek yeniden inşa edilen kaleye bir dizdar kumandasında altmış bir asker ve topçudan oluşan bir birlik konulmuştur. Budin’de doğrudan Osmanlı idaresi kurulduktan (1541) sonra buradaki Macar Yahudilerinin bir kısmı ticareti geliştirmek amacıyla Kavala’ya yerleştirilmiştir.
Bütün bu faaliyetler sebebiyle 962’de (1555) Fransız seyyahı Pierre Belon, şehrin önceden meskûn olmadığını, hâlbuki artık mâmur bir yer haline getirildiğini, hamam, kervansaray ile yahudi, hıristiyan, putperest veya Türkler’in üç gün iaşe ve ibatesinin sağlandığı imaretin bulunduğunu yazar. 977 (1569) tarihli tahrir defteri, Kavala’nın yeniden imarının nüfus toplanmasına yol açtığını açık olarak gösterir. Artık şehir 174’ü müslüman, elli üçü hıristiyan ve otuzu Yahudilerden olmak üzere toplam 257 hâne (yaklaşık 1200 kişi) nüfusa sahipti. Burada Câmi-i Şerif, Ahmed Çelebi ve Halil Bey adlarıyla üç mahalle oluşmuştu. İbrâhim Paşa İmareti’nde otuz iki görevli hizmet veriyordu. Hıristiyan ahalinin tamamı ise su kemerinin bakımıyla uğraşıyor ve buna karşılık bir kısım ek vergilerden muaf bulunuyordu. Şehrin toplam vergi geliri 13.327 akçe olup bu miktarın 12.000’i pazar aidatları ve kantar gelirlerinden oluşmaktaydı (TK, TD, nr. 194, vr. 254a-b). Bu da kişi başına düşen vergi yükünün hayli düşük olmasının yanında gelişmiş bir ekonominin mevcudiyetine işaret eder.
XVII. yüzyılda Kavala gelişmesini sürdürdü. Evliya Çelebi, 1078’de (1667-68) 500’ü Aşağı Kale’de İbrâhim Paşa Camii civarında bulunan 700 hânenin varlığından söz eder. Ortahisar’da Bey Camii, Alaca Cami ve Suhta Camii ile birlikte 200 hâne ve küçük iç kalede bir mescid vardı. Evliya Çelebi, Kavala’da İbrâhim Paşa’nın bir medresesi bulunduğunu kaydederse de bu ne tahrir kayıtlarında ne de Rumeli’ye ait resmî medreseler listesinde yer alır. 1660 tarihli bir listede Halil Bey’e ait bir medresenin mevcut olduğu belirtilir. Bunun 1569 tahririnde bir caminin bânisi olarak zikredilen kişi tarafından yaptırılmış olması muhtemeldir. XVIII. yüzyılda Kavala nispeten durgun bir görünümdedir. 1799’da Felix Beaujour şehrin olsa olsa ancak 3000 civarında nüfusunun bulunduğunu kaydeder. Kavala aynı zamanda 1806-1849 yılları arasında Mısır valisi olan Mehmed Ali Paşa’nın doğduğu yer olarak da ün kazanmıştır.
XIX. yüzyılda Kavala, özellikle Drama ve İskeçe (Xanthi) bölgesinden oluşan hinterlandında yetiştirilen Turmac (Türk-Makedon) tütününe liman hizmetleri sağlaması açısından hızlı bir gelişme gösterdi. XX. yüzyılın başlarında Schulze-Jena tarafından 22-23.000 kişilik nüfusuyla mâmur bir şehir olarak tasvir edilir. 1324 (1906) tarihli Selânik Vilâyeti Salnâmesi’ne göre şehir bir sancak merkeziydi ve 3775 hâne, 450 mağaza, elli beş dükkân, on altı han, yedi cami, iki mescid, beş medrese, üç kilise, bir sinagog, sekiz müslüman ve dört hıristiyan okuluna sahipti. Vasil Kančov’un düzenlediği Makedonya’nın 1900 yılına ait ayrıntılı ve güvenilir istatistiklerine göre, Kavala kazası içinde toplam yirmi yedi yerleşim yerinde 12.370 Türk, 2710 Bulgarca konuşan müslüman, 3700 Yunan, 400 yahudi, 1085 Çingene ve 200 diğer milletlere mensup ahalinin bulunduğu, yani % 74’ü müslüman olan toplam 20.465 kişinin yaşadığı kayıtlıdır.
I. Balkan Savaşı’nda 1912 sonbaharında Bulgar ordusu Kavala bölgesini işgal etti. Yunanistan II. Balkan Savaşı’nda 1913 Temmuzunda şehri ve çevresini aldı. Bu durum 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Anlaşması ile de tescil edildi. I. Dünya Savaşı’nda Bulgarlar Kavala ve çevresini yeniden ele geçirmişlerse de savaş sonrasında burası Yunanistan’a verildi. Müslüman ve Yunan nüfusu Bulgar işgal yıllarında ciddi sıkıntılar çekti. 1913’te Yunan hâkimiyeti sağlandığında ise Bulgar nüfusu aynı şekilde sıkıntıya düşmüştü. Ivanoff’a göre 1911’de Kavala, Drama, Sarışaban ve Pravişte bölgelerinde 104.000 müslüman nüfusu vardı. 1918’de ise bunlardan 69.000’i kalmıştı. 1923-1924’te bölgenin siyasî sınırlarıyla etnik/dinî kompozisyonunu kesin bir şekilde belirleyen Lozan Antlaşması’nın bir sonucu olarak bunlar da Anadolu’daki Rumlar’la mübâdele edildi. Savaşlardan sonra Kavala tekrar eski canlılığını kazanarak 1961’de 44.500 ve 1981’de 56.375 kişilik nüfusa erişti. Bugün yaklaşık 65.000’e ulaşan nüfusuyla önemli bir liman şehri özelliği taşır. Tütün üretim bölgesinin bir ihracat merkezidir.
Lozan’dan sonra kiliseye çevrilerek Saint Nikolas adını alan İbrâhim Paşa Camii, yeni fonksiyonuna göre tâdil edilmiş şekliyle bugün de varlığını sürdürmektedir. Yukarı Kale’de bulunan Alaca Cami XIX. yüzyılda yeniden inşa edildiği şekliyle ayaktadır. 1971’de eski şehir merkezinin yıkılarak yeniden inşası esnasında İbrâhim Paşa Kervansarayı’nın büyük bir kısmı yeni yapıların arkasında ortaya çıkmışsa da kısa zaman sonra ortadan kaybolmuştur. Şehrin yukarı kesiminde büyük medrese/imaret yapılarının yanında Mehmed Ali Paşa’nın doğduğu ev günümüzde müze olarak varlığını sürdürmekte, bahçesinde 1210’da (1795-96) vefat etmiş olan annesi Zübeyde Hanım’ın mezar taşı ile konağın önündeki köşede Mehmed Ali Paşa’nın Mısır hükümetinin teşvikiyle yaptırılan atlı bir heykeli yer almaktadır.
FOTOĞRAFLAR 06.05.2017 TARİHİNDE ÇEKİLMİŞTİR
30.08.2019 TARİHİNDE ÇEKİLEN FOTOĞRAFLAR