31 Ekim 2024
Şehirler ve İlçeleri

DİVRİĞİ – SİVAS

Sivas iline bağlı ilçe merkezi

Sivas’ın güneydoğusunda, Doğu Anadolu bölgesinin Yukarı Fırat bölümünün İç Anadolu sınırına yakın kesiminde, denizden 1250 m. yükseklikte, Fırat nehrinin kollarından biri olan Çaltı ırmağı ile birleşen derenin vadi tabanında ve yamaçlarında yer alır. Şehrin ilk kurulduğu yer ise kuzeydoğu kısmında Çaltı vadisine çok dik yamaçlarla inen bir tepe üzerinde bulunan kale civarı ve etekleridir.

Eski Yunan kaynaklarında Apblike, Bizans kaynaklarında Tephrice (Tefrike) şeklinde kaydedilen Divriği, Arap kaynaklarında eski kullanılışına yakın olarak Abrik veya Ebrik şeklinde geçer. İbn Bîbî Selcûknâme’de burayı Difrigi (دفركى), XV. yüzyıl Osmanlı kaynakları Divrîk (ديوريك) veya bugünkü kullanışına yakın bir şekilde Divrigi (ديوركى) tarzında yazarlar. XVII. yüzyıldan itibaren bu sonuncusu tercih edilerek yerleşmiş ve bugüne ulaşmıştır. Şehrin ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu bilinmemektedir. Buranın, Mithridates’i yenen Pompeus’un kazandığı zaferin anısına kurduğu Nicopolis şehrinin bir devamı olduğu söylenirse de bu şehrin Suşehri civarında bulunduğu, Divriği’nin ise eski Bizans şehri Tephrice’nin yerinde kurulduğu ispatlanmıştır. Hititler zamanında önemli yerleşmelerin bulunduğu yöre milâttan önce 550’de Persler’in eline geçti. Milâttan önce 334’te kısa süre Makedon işgaline uğradı ve milâttan önce 330’da Kapadokya Krallığı sınırları içinde yer aldı. Kapadokya’nın Roma İmparatorluğu’na bağlanmasından ve 395’te imparatorluğun ikiye ayrılmasından sonra Doğu Roma (Bizans) toprakları içinde kaldı. VII. yüzyılda kısa sürelerle Bizans ve Sâsânîler tarafından işgal edildi. Bu devletler arasında sınır karakolu görevi yapan Divriği, Sâsânîler’in Bizanslılar’a yenilmesinin ardından İslâm ordularının hücumuna uğradı. Divriği’nin belgelere dayanan gerçek tarihi IX. yüzyıl ortalarında Pavlikianlar’la başlar. Doğu paganismine dayanan Râfizî bir hıristiyan tarikatı olarak anılmakla birlikte aralarında çeşitli inançları da barındıran Pavlikianlar Bizans’a karşı müslümanlardan himaye ve teşvik gördüler. Bunların reisi Karbeaz Divriği Kalesi’ni inşa ettirerek bölgeyi kendisine merkez yaptı. Müslüman Araplar’la Bizans arasında tampon bir devlet durumunda olan ve Araplar’ın yardımıyla Marmara ve Ege’ye kadar ilerleyen Pavlikianlar’ın ne zamana kadar buraya hâkim oldukları belli değildir. Divriği, Anadolu’ya yönelik Türk akınları sırasında Bizanslılar tarafından esaslı bir şekilde tahkim edildi. 1066 yılında Büyük Selçuklu Emîri Gümüştegin’in Murad ve Dicle havzalarına yaptığı akınlar sırasında yıkılan Divriği Kalesi’nin surları yeniden müstahkem hale getirildi. Ardından İmparator Romanos Diogenes, 13 Mart 1068’de çıktığı doğu seferinde Divriği civarında karşılaştığı Türk kuvvetlerini geri çekilmeye mecbur etti.

Divriği yöresinin Türkler tarafından fethedildiği tarih belli değildir. Ancak Malazgirt Zaferi’nden sonra Yukarı Fırat ve Çaltı nehirleri vadilerinin Mengücük Gazi’ye verildiği, onun da Erzincan, Kemah, Divriği ve Şebinkarahisar yöresine hâkim olduğu bilinmektedir. Mengücüklü Beyi İshak’ın ölümünden (1142) sonra Mengücüklüler biri Kemah-Erzincan, diğeri Divriği olmak üzere iki kola ayrılmış ve İshak’ın oğullarından Süleyman Divriği kolunun başına geçmiştir. Bu kola mensup diğer Mengücük beyleri Emîr Seyfeddin Şehinşah, II. Süleyman Şah, Hüsâmeddin Ahmed Şah ve Melik Müeyyed Sâlih’tir. İlk Anadolu Türk beyliklerinin en eskisi ve en çok yaşayanı, küçük bir Türk beyliği olan Divriği Mengücüklüleri’dir. Siyasî olaylara fazla karışmayan, daha ziyade toplum ve sanat hizmetlerine yönelen Divriği Mengücüklü beyleri şehrin imarında önemli rol oynamışlardır. Divriği daha sonra İlhanlı saldırısına uğradı. İlhanlı Hükümdarı Abaka Han 1276-1277’de Memlük Sultanı I. Baybars’a karşı Elbistan üzerine yürürken Divriği’ye uğrayarak surları yıktırdı. Bunun ardından Selçuklu Sultanı III. Alâeddin Keykubad Malatya kuşatmasından bir sonuç elde edemeyip Divriği’ye gelince burası disiplinsiz askerler tarafından yağmalandı (1300-1301). Şehir daha sonra Kayseri ve Sivas yöresinde hüküm süren Eretnaoğulları’nın hâkimiyetine girdi. Kadı Burhâneddin ile Amasya Emîri Hacı Şadgeldi Paşa arasındaki mücadelelerden faydalanan Memlükler tarafından zaptedildi (1391). Sultan Berkuk’un ölümünden sonra yerine küçük yaştaki oğlu Ferec’in geçmesiyle Memlük Devleti’nin idarî işleri bozulunca Yıldırım Bayezid 1398’de Sivas, Malatya, Besni (Behisni), Dârende ve Divriği’yi iki ay muhasaradan sonra Osmanlı topraklarına kattı. Ancak Divriği yaklaşan Timur tehlikesinden dolayı 1401’de tekrar Memlükler’e verildi. Bugün Divriği’de Memlük döneminden kalma olup 874 (1469-70) veya 894 (1489) tarihli kitâbesi bulunan bir türbede, Memlük Sultanı Seyfeddin Kayıtbay’ın adını taşıyan ve onun devrinde burada bulunan bir Mısır valisi yatmaktadır; bunun yanında daha sonra yapılmış olup halkın Kantabah Camii dediği bir de cami vardır.

Divriği Memlük hâkimiyeti sırasında Halep eyaletine bağlı pek de önemli olmayan ileri karakol durumundaydı. XV. yüzyılın ikinci yarısında Uzun Hasan’ın, XVI. yüzyılın başında Şah İsmâil’in kuvvetlerinin Anadolu’ya yönelik hareketleri sırasında Divriği sapa bir yerde bulunduğu için saldırıya uğramadı. Divriği’nin kesin olarak Osmanlı idaresine girişi, Yavuz Sultan Selim’in 24 Ağustos 1516 Mercidâbık Zaferi’nden sonradır. Osmanlı idaresine geçmesinin ardından iki kazalı bir sancak merkezi olan Divriği önce Vilâyet-i Arab’a, bir süre sonra da Eyâlet-i Rûm’a bağlanmıştır.

Mengücükoğulları hâkimiyetinden itibaren Türk iskânına sahne olan ve Oğuzlar’ın Salur boyunun yerleştiği Divriği’nin XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde yaklaşık 3700 civarında nüfusu vardı. Müslüman hâne sayısı 498 olup bunun toplam hâne sayısına göre nisbeti % 70’e ulaşıyordu. Şehirde bu sırada farklı etnik grup olarak sadece Ermeniler bulunmaktaydı. 1547’de yapılan tahrire göre şehir on dört mahalleden oluşan bir yerleşim merkeziydi. Mahalleleri Câmi-i Kebîr, Mescid-i Süflâ, Mescid-i Bezzâz Sinan, Sinaniye (Turbali), Kemankeş, Mescid-i Kaya, Pasban, Billûr, Kürtüncü, Ali Çelebi, Arhudsu, Aruncar, Kalealtı ve Ermeniyan adlarını taşıyordu. Bu sonuncuda toplu olarak sadece Ermeniler oturuyordu. Şehrin toplam nüfusu ise 5000 civarındaydı. En kalabalık mahalleleri Câmi-i Kebîr, Mescid-i Süflâ, Ermeniyan, Mescid-i Bezzâz Sinan, Mescid-i Kaya adlı mahalleler teşkil ediyordu (BA, TD, nr. 252, s. 2 vd.; nr. 408, s. 576 vd.).

Harput’u Arapkir üzerinden Zara’ya ve Karadeniz kıyılarına bağlayan yol üzerinde yer alan Divriği’de XVI. yüzyılda beylerbeyi hasına dahil bir boyahane, bir debbâğhâne, bir meyhâne (içki imal edilen yer), bir değirmen bulunuyordu. Ayrıca ekonomik değeri olan başka iş kolları da vardı. Şehre ait yıllık buğday ve arpa hâsılâtı 22.500 akçe idi. Bunun 11.250 akçesi cami, mescid ve mülke tahsis edilmişti. Diğer 11.250 akçesi de sancak beyi haslarına aitti. Bağ, bağçe ve bostan resmi yıllık 13.000 akçe civarındaydı.

XVII. yüzyılda şehir gelişmesini sürdürdü. Cihannümâ’da, Divriği’nin iki saatlik bir mesafe üzerinde uzanan bahçeler içinde büyük bir kasaba olup kalesinin harap halde bulunduğu ve demir cevherinin işlendiği belirtilir. 1649’da Divriği’ye uğrayan Evliya Çelebi’ye göre muhkem kalenin eteğinde uzanan asıl şehrin bağlı bahçeli evleri, üstü kapalı çok süslü bir çarşısı, müteaddit cami, tekke ve hamamı vardı. Şehirde kırk altı mahalle bulunuyor, bunların en meşhurları Ali Paşa, Hâmisi Ağa, Bekir Çavuş ve Keyvan adlarını taşıyordu. Şehirde Ulucami’den başka Kızıl Medrese Camii, Hatib Şemsi Camii, Bezmgâh Camii de yer alıyordu (Seyahatnâme, III, 212-213). XVII ve XVIII. yüzyıllarda devlet nüfuzunun zayıflaması ile Divriği yöresi mahallî hânedanların eline geçti. XIX. yüzyılın sonlarında Divriği Kāmûsü’l-a‘lâm’ın verdiği bilgilere göre bir kaza merkezi olup kazanın toplam nüfusu 34.000 dolayındaydı. Merkezin ise 10.000’den fazla ahalisi, on iki camisi, on beş mescidi, üç medresesi, bir kütüphanesi, bir rüşdiye mektebi, dokuz İslâm ve bir hıristiyan sıbyan mektebi, on üç hanı, üç hamamı, 520 dükkânı, beş fırını bulunuyordu. Ayrıca harap haldeki kalesiyle ve geniş bahçeli evleriyle şehir hayli dağınık bir görüntü arzediyordu. XIX. yüzyıl sonunda Vital Cuinet ise buranın 4500’ü müslüman olan 5600 nüfuslu bir kasaba, kısmen terkedilmiş mahallelerle harap evlerden ibaret, bilhassa şehrin ortasından geçen derenin güneydoğusunun birkaç ev ve dükkân hariç bir enkaz yığını halinde olduğunu belirtir.

Cumhuriyet döneminde Sivas’a bağlı bir ilçe merkezi haline getirilen Divriği’nin 1927’de nüfusu 4789 idi. 1937’de önce demiryoluyla ulaşıma kavuşmuş, ardından buradaki demir cevherinin 1939’dan itibaren çıkarılarak Karabük Demir Çelik Fabrikası’na gönderilmesiyle hayat canlanmaya, nüfusu yavaş yavaş artmaya başlamıştır. 1970’te 10.389 olan nüfus 1985’te 15.974’e ve 1990’da da 17.664’e ulaşmıştır.

Divriği tarihî eserler yönünden zengin yörelerimizdendir. Bilhassa 1180-1277 yılları arasında Türk-İslâm sanatının önemli mimari eserlerini veren Mengücükoğulları’nın hâkimiyeti sırasında birçok eser meydana getirilmiştir. Fakat bu nâdide eserlerin çoğu bugün harap haldedir. Divriği Kalesi’nde günümüzde dikkati çeken tek kalıntı kare planlı atış kulesidir. Dik yamaçlı bir tepe üzerinde dörtgen biçiminde dört kapılı, kesme taştan yapılan kale XIII. yüzyıla Mengücükler dönemine aittir. Kale Camii’nin taçkapı kemerinin üstündeki iki satırlık çiçekli kitâbesinde buranın 1181’de Mengücükoğlu Seyfeddin Şehinşah b. Süleyman tarafından yaptırıldığı yazılıdır. Başka bir kitâbede de mimarının Merâgalı Hasan b. Fîrûz olduğu kayıtlıdır. Divriği’nin önemli eseri olan Divriği Ulucamii ve Dârüşşifâsı, 1228’de Şehinşah’ın torunu Ahmed Şah ve eşi Âdil Melike Turhan tarafından bir külliye olarak yaptırılmıştır. Mimarı Ahlatlı Hürremşah olup abanoz minberi 1241 tarihlidir. Yapı erken dönem taş işçiliğinin önemli örneklerindendir. 592’de (1196) Mengücükoğlu Emîr Seyfeddin Şehinşah için yapılan kümbete, daha sonra hanımının da buraya defnedilmesinden dolayı halk arasında Sitti Melik (Melike) Kümbeti denilmiştir. 1196 tarihli Hâcib Kamerüddin Kümbeti de Mengücüklü hazinedarı Kamerüddin’e aittir. Ayrıca Ahî Yûsuf Kümbeti, Kemankeş (Nûreddin Sâlih) Kümbeti ve Memlükler’e ait Nâib Kümbeti vardır. Diğer eserler arasında Çaltı köyündeki Burmahan Kervansarayı, Handere köyündeki Mircinge Hanı, Hammâm-ı Süflâ ve Bekir Çavuş hamamları sayılabilir.

Divriği, Osmanlı idaresi altına girdikten sonra merkezle aynı adı taşıyan bir sancak haline getirilip Vilâyet-i Arab adıyla oluşturulan beylerbeyiliğe bağlandı. Daha sonra bu beylerbeyilik dağıtılınca Divriği sancağı Sivas, Amasya, Tokat bölgelerini içine alan Rum beylerbeyiliğine dahil edildi ve bu durumunu uzun süre korudu. XVI. yüzyılda Divriği sancağının Divriği ve Dârende adlı iki kazası, bu kazalara bağlı on iki nahiyesi bulunuyordu. Sancak XIX. yüzyılda Sivas sancağının bir kazası haline geldi. XIX. yüzyıl sonlarında dokuz nahiyesi, 125 köyü, toplam 48.907 nüfusu vardı. Cumhuriyet döneminde Sivas’a bağlı bir ilçe oldu. İlçenin merkez bucağından başka Dânişmend, Gedikbaşı, Mürsel (Mursal), Sincan adlı dört bucağı ve 107 köyü bulunmaktadır. İlçenin yüzölçümü 2782 km2 olup 1990 nüfus sayımına göre toplam nüfusu 33.105, nüfus yoğunluğu ise 12’dir.

KAYNAK: TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ