HABİB-İ NECCAR CAMİ Ve TÜRBESİ – HATAY
Caminin ilk defa Baybars zamanında eski bir tapınağın yerine yaptırılmış olup 17’nci yüzyılda yeniden yaptırıldığı tahmin edilmektedir. Altında 3 gömüt vardır. Kitabesinde yeniden yapım tarihi olarak hicri 1275 yazılıdır. Şadırvan hicri 1275 tarihlidir. Antakya da yaşamış bir din büyüğüdür. Marangozlukla uğraştığı için kendisine En-Neccar denilmiştir
Habib-i Neccar Camisi, Antakya’da bulunan tarihi cami.
Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine 7. yüzyılda inşa edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içindeki en eski camidir. Günümüzdeki cami Osmanlı döneminde yenilenmiştir, etrafı medrese odaları ile çevrilidir. Avlusunda 19.yy eseri bir şadırvan bulunur.
Camiye büyük sivri sağır kemerli taç kapı ve ortasında kitabesi bulunan yuvarlak kemerli bir kapıdan girilir. Son cemaat mahalline bitişik, dikdörtgen kaideli poligonal gövdeli ve ahşap şerefeli, pabuçlu bir minaresi vardır. Minarenin sağında Habib Neccar, solunda Yahya (Barnabas) ve Yunus (Pavlos) türbeleri vardır.
HABİB-İ NECCAR CAMİİ
Antakya şehri, İslam Devleti’nin lideri Halife Ömer’in komutanlarından Ebu Ubeyde bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedildiği dönemde fethin simgesi olarak, Habib-i Neccar ve İsa’nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde, bir cami inşa edilmişti. 1098 yılında Haçlılar’ın eline geçen ve 1099’da Antakya Prensliği halini alan şehri Memluk Sultanı Melik Zahir Baybars fethedince camiyi yeniden yaptırmıştır. Caminin medrese duvarlarında üzerinde Baybars’ın adı olan bir kitabe bulunur. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi birçok kez yenilenmiştir.
HABİB-İ NECCAR KISSASI
Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi’nin 13-32. ayetlerinde kendisine elçiler gönderilen bir şehir halkının (ashâbü’l-karye ifadesi kullanılır ) hikâyesi anlatılır. Sureye göre şehir halkının kendisine gönderilen iki elçiyi yalanlaması üzerine onları desteklemek üzere üçüncü bir elçinin gönderilmiş; halk elçileri uğursuzluk getirmekle suçlamış fakat şehrin en uzağından koşup gelen bir adam kavmine elçilere uymasını söylemiştir.
Burada geçen kasabanın hangi kasaba olduğu belirtilmemiştir ancak sahabelerden gelen rivayetlere dayalı olarak tefsir yazarları bu kasabanın Antakya ve kişinin de Habib-i Neccar olduğunu yazmışlardır. Olayın devamında, şehrin kenarından gelip “siz bu elçilere neden uymuyorsunuz” diyen adamın bundan dolayı şehit edildiği anlatılır. Bunun üzerine, Allah’ın da bu topluluğa ilahi bir ceza verdiği ifade edilir.
Yasin suresinde geçen Habib-i Neccar kıssası, havarilerin Antakya’da Hristiyanlığı şekillendirmeleri ile paralellik göstermektedir. İsa peygamberin çarmıha gerilmesinden kırk gün sonra Kudüs’te bir araya gelen 12 havari, İsa’nın mesajını yaymak için teşkilatlanmaya karar vermiş ve bölgenin en büyük şehri olan ve Roma İmparatorluğu’na bağlı özerk yönetim yapısına sahip Antakya şehrini İsa’nın mesajını yaymak için uygun bulmuştu. İncillerde ve tarih kitaplarında, Hristiyanlığa Antakya’da şekil veren havari Yahya (Barnabas) ve Yunus (Pavlos)’un ilk önce Kudüs’ten Antakya’ya geldiği ve daha sonra onlara destek olmak için havari Şem’un-u Sefa (Petrus)’nın da buraya geldiği yazılıdır. Ayrıca tarihçi İoannis Malalas, M.S. 37 yılında üç havarinin Antakya’da İsa’nın mesajını anlattıklarında burada bir depremin olduğunu yazmıştır. Deprem, Yasin suresinde anlatılan, Allah’ın şehir halkına ilahi bir ceza vermesi olayı ile benzerlik gösterir.
YASİN SURESİ-HABİBİ NECCAR
Antakya’da bulunan tarihi cami Anadolu’da yapılan ilk cami olarak bilinir. Cami Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edilmiştir. Günümüzdeki cami Osmanlı dönemi eseridir, etrafı medrese odaları ile çevrilidir Avlusunda 19yy eseri bir şadırvan bulunur Caminin kuzeydoğu kösesinde Hz İsa’nın havarilerinden Yunus (Yuhanna) ve Yahya(Pavlos) ile onlara ilk inanan ve şehit edilen ilk kişi olan Antakyalı Habib-i Neccar’ın türbesi bulunur…
Antakya şehri, İslam Devleti’nin lideri Hz Ömer’in komutanlarından Ubeydullah Bin Cerrah tarafından 636 yılında fethedildiği dönemde fethin simgesi olarak, Habib-i Neccar ve Hz İsa’nın iki havarisinin mezarının bulunduğu yerde, bir cami inşa edilmiştir. 1098 yılında Haçlılar’ın eline geçen ve 1099’da Antakya Prensliği halini alan şehri Memluk Sultani Melik Zahir Baybars fethedince camiyi yeniden yaptırmıştır. Caminin medrese duvarlarında üzerinde Baybars’ın adi olan bir kitabe vardır. Depremlerden zarar gören cami ve minaresi birçok kez yenilenmiştir.
Allahu Teâlâ, Antakya halkının başından geçenlerden ibret almamız için Rasulullah’a (AS) şöyle sesleniyor:
-“Şu şehir ahalisini onlara örnek ver!
Hani oraya (İsa AS’ın yanındaki ilim ve gönül adamlarından) elçiler gelmişlerdi Biz o zaman onlara iki elçi göndermiştik de her ikisini de yalanlamışlardı Biz de bir üçüncü ile onları desteklemiştik ve:
– “Biz size gönderilmiş elçileriz” demişlerdi (Yasin/13-14)
Şehirde günlerce kalmışlar ve ellerinden geldiğince herkese Allah’ın dinini anlatmaya çalışmışlardı Buna rağmen halk elçileri kabul etmedi ve onlara:
– “Siz, bizler gibi insansınız; başka bir şey değilsiniz Hem Rahman da hiçbir şey indirmemiştir Siz sadece yalan söylüyorsunuz” dediler Elçiler de (bu söze karşı) şöyle söylediler:
– “Rabbimiz biliyor ki biz gerçekten size gönderilmiş kimseleriz Bize düşen, ancak açıkça tebliğdir; başka bir şey değildir” (Yasin/15-17)
Elçilerin bütün ikna gayretleri sonuç vermedi Halk hırçınlaştıkça hırçınlaştı ve tehdit ederek elçilere:
– “Siz bize uğursuz geldiniz Yemin olsun ki, eğer (bu işten) vazgeçmezseniz, sizi taşlarız ve çok acı verecek eziyetler yaparız” dediler (Yasin/18)
Kendilerine hücum etmeye hazır olan şehir halkının bu tehdidi karşısında elçilerin cevabı şöyle oldu:
– “Uğursuzluğunuz sizinledir (kendinizden kaynaklanmaktadır) Size öğüt verildi diye mi (böyle söylüyorsunuz)? Doğrusu siz haddi aşmış bir toplumsunuz” (Yasin/19)
Elçiler tam sözlerini bitirmişti ki;
Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi:
“- Ey hemşehrilerim! Bu elçilere uyun!” (Yasin/20)
Allah’ın methettiği bu adamın Habibu’n-Neccar adında bir kişi olduğu rivayet edilir Hemşehrilerinin aşırıya gittiğini görünce onlara acıdı ve şefkatle yalvardı:
“- Uyun, sizden hiçbir ücret istemeyip hidayet üzere hayat sürenlere!” (Yasin/21)
“- (Bana gelince,) neden beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah’a kulluk etmeyeyim?
(Neden) O’ndan başka ilâhlar edineyim? (Öyle yaparsam) Rahman bana bir zarar vermek isterse ne o ilâhların şefaati zerre kadar fayda getirir, ne de (bizzat kendileri) beni koruyabilirler
İşte o zaman ben, apaçık bir sapıklığa düşmüş olurum
Ama bakın! Ben Rabbinize inanıyorum, sizler de bunu işitmiş olun!” (Yasin/22-25)
Allah aşığı Habibu’n-Neccar sözlerini bitirince hemşerileri, üzerine çullanıp onu şehit ettiler Mübarek naaşı yere serilince Allah tarafından ona şöyle denildi:
“- Gir cennete!” (Yasin/26)
O ise, hemşerilerinin kendisini öldürmüş olduğuna aldırmaksızın büyük bir merhametle Allah’ın huzurunda şöyle söylüyordu:
“- Ah keşke halkım bir bilseydi! Bilseydi Rabbimin beni affettiğini ve ikram görenlerden eylediğini” (Yasin/26-27) Fakat artık Antakyalılar bu temenniyi duyamazlardı…
Daha sonra ne oldu? Allahu Teâlâ, bundan sonra onların üzerlerine gökten ordular indirmediğini, indirmeye de gerek olmadığını anlatıyor Sadece bir tek ses ile yerlerinde sönüp kaldıklarını haber veriyor ve bu konuyu şu ayetlerle bitiriyor:
“- Yazık şu insanlara ki, kendilerine hangi elçi geldiyse onu alaya aldılar Hâlbuki kendilerinden önce nice nesilleri yok ettiğimizi ve onların geri dönmediğini görmezler miydi? Ve (görmüyorlar mı sonunda) hep birlikte huzurumuzda toplanacaklarını?” (Yasin/28-32)
KAYNAK: İSLAM ANSİKLOPEDİSİ