İZMİR KINIK ADI NEREDEN GELİYOR?
Kınık adı kelime anlamı bakımından, tarihçilere göre “nerede olsa azizdir” anlamına gelmektedir. İlçe bugünkü adını oğuz Türklerinin Bozoklar kolunun Kınık boyundan almaktadır.
KINIK TARİHİ
ANTİK DÖNEM
İlçemiz Roma İmparatorluğuna kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olup ilk çağ yerleşim merkezi olan Gambreion ‘un yerine kurulduğu sanılmaktadır. Güney doğumuzu kaplayan Karadere Ormanları içindeki Mamurt Kale -Kibele Tapınağı ile bazı kalıntılar tarihinin çok eskiye uzanışının kanıtıdır.
TÜRK HÂKİMİYETİ DÖNEMİ
İsmini Oğuz Türkleri‘nin Bozoklar Kolunun Kınık Boyu’ndan almaktadır.
İlçe 1330 yılında Osmanlı Devleti’nin idaresi altına girmiştir.1820 ye kadar bir köy konumunda zaptiye teşkilatı ile idare edilmiştir. Kınık 1864’te Balıkesir,1875’te Manisa 1879 yılında da İzmir’e bağlanmıştır. 1910 yılında Bergama ilçesine bağlı bucağa dönüştürülen ilçe Kurtuluş Savaşı yıllarında bir süre Yunan işgaline uğramış,13 Eylül 1922 de ise düşmandan tamamen temizlenmiştir. İlçede belediye teşkilatının kuruluş tarihi 1938 dir.
Cumhuriyetten sonra Bergama’ya bağlı nahiye iken 1948 yılında ilçe olmuştur. Kınık’ın tarihi Roma imparatorluğuna kadar uzanmaktadır.
CUMHURİYET DÖNEMİ
13 Eylül 1922 tarihinde düşman işgalinden kurtarılan Kınık 1948 yılında ilçe olmuştur. İlk Kaymakam olarak İzmir maiyet memurlarından Abdurrahman ÜLKÜER atanmıştır. O dönemde ilçede sağlık ve adliye teşkilatı kurulmamıştır. Aynı gün nüfus idaresi faaliyete geçmiştir. İlçenin 1923 nüfus durumu merkez ile toplam 34 köyünün nüfusu 34843 kişi idi. Cumhuriyetin ilk yıllarında verimli tarım arazisine (Bakır çay ovası) sahip olan ilçe nüfusu tarıma dayalı ekonomisini geliştirme konusunda çaba harcamıştır. 1967 yılı verilerine göre 4700 aile tarımla uğraşırken 1973 verilerinde aile ziraatı yerine tarımda makine ziraatine geçilmesi sonucu bu sayı 3210 olarak gerçekleşmiştir.
KARADERE KÖYÜ (MAMURT KALE-KYBELE)
Kınık tarihi üzerine yapılacak her araştırmada Karadere köyünün önemi vardır. Yund Dağının en tüksek noktası olarak görülen 1084 metre yükseltide, bu gün Mamurt tepe diye bilinen yerde Kınık Tarihi başlamaktadır. Bu bölgede Cilalı Taş Döneminden kalma yeşil (Nefrit ) taştan yapılmış bir balta bulunmuştur. Gümüşova seramikleri Truva 1 ve Truva 2 kültürlerine benzemesi dikkat çekicidir. Karadere Mamurt Kalede aralarına çamur konarak yapılmış taş temeller Kalkolotik ve Bakırçağ kültürüne örnek olarak gösterilmektedir. Aynı özellikleri taşıyan bina temelleri Yayla köy, Kınık ve Kocaömer köyü arasında kalan küçük tepede izleri görülmektedir. Bugün Mamurt Kale olarak bilinen yerde sur duvarları yıkıntıları arasında dorukta Kibele Tapınağı kalıntıları bulunmaktadır. Büyük kesme granit parçalar, büyük gövdeli sütunlar, sütun ayakları alınlık parçaları yıkıntı halinde durmaktadır. Mermer olan birçok parça çevredeki köylerde yaşayan kişiler tarafından binaların temelleri için yerlerinden alınıp götürülmüştür. Diğer parçalar çok ağır olmaları nedeniyle bulundukları yerlerde korunmuştur. Bölgeye ulaşımın zor olması parçaların yerinde kalmasını sağlamıştır buna rağmen birçok parça eksik ve kayıptır Strabon, Coğrafya adlı eserinde bölgeye Aspordene adını vermektedir. Ana tanrıça tapkısının bulunduğu dağ diye Yund dağının en yüksek noktasını Mamurt Kale’deki Kibele Tapınağını işaret etmektedir. Karadere Mamurt Tepe’deki Kibele Tapınağı Yunt dağının zirvesinde doğal korumada üzeri kayalık ve çevresi meşe ormanlarıyla kaplı bir alandadır Tapınak granit taşından dorik sütunlu ve büyük kesme kütle taşlardan harçsız olarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Mamurt Kibele Tapınağı M.S. 17 depreminde yıkıldığı sanılmaktadır.
Mamurt Kaledeki Kibele Tapınağı bereket tanrıçası Kibele adına yapılmıştır. Bu tapınağı korumakla görevli olanlar kadınlardı, bu kadınlara Amazon deniliyordu. Kybele kutsal mekânları, genelde dağlarda inşa edilmiş ve Tanrıçanın, tatlı su kaynaklarının yakınındaki çıplak yarlarda ikamet ettiğine inanılmıştır. Kybele’nin, anneleri ve çocukları, hastalıklardan koruduğuna inanılmaktadır.
Gambrion döneminde ise Kınık’ın merkezi günümüzde Bodrumbaşı mahallesinin üst tarafında bulunan Kuşkaya mevkiindeydi. Yerleşim yeri hem ovaya hâkim hem de güvenliydi. Osmanlı Döneminde de yerleşim özellikle bu alana kurulmuştu, zaman içerisindeki nüfus artışı Kınık’taki yerleşimi ovaya doğru kaydırmıştır. Perslilerin kurduğu Satraplık’tan sonra M.Ö.334 yılında Büyük İskender’in bu bölgeye gelmesi ve Helenistik dönemin başlamasıyla Kınık yerleşim açısından önemli gelişmeler sağladı. Bergama Krallığının Kınık’ın gelişmesi üzerindeki etkisini göz ardı etmemek gerekir. Kınık Karadere Köyündeki görkemli Kybele (Sibel Tapınağı) Tapınağının yapımını Bergama Kralı Philetairos’a (M.Ö.281-263) borçludur. Bergama Heykel Okulunda yetişen birçok genç sanatçının Kınık’ta yaptığı eserler günümüze kadar ulaşamasa da bölgemize önemli katkıları olmuştur. Günümüzde bir tanesi ayakta kalan Hasar bölgesindeki su kemeri yine o dönemlerde yapılmıştır. Kınık’ın Palea-Gambrion’u içinde barındırdığını söylemek yanlış olmaz. Gambrion kenti her ne kadar Poyracık’ın üstündeki tepelerde kurulmuş olsa da daha sonra genişleyerek bu günkü futbol sahası ve yeni kurulan sanayi sitesini de içine alacak şekilde yayılma göstermiştir.
Gambrion kenti sırtını yasladığı Yunt dağlarından elde edilen kömür ve demir madenleri sayesinde maden işçiliğini geliştirmişti. Bu gün Yayla köy olarak bildiğimiz yer civarından kömür, Kocaömer köyü civarından gümüş çıkarılıyordu. Madenleri iyi bir şekilde değerlendiren Gambrion’lular ürettikleri ürünleri dışarıya pazarlıyorlardı. Gambrion da altın işçiliği de ileri bir düzeye gitmişti, altın madeninin Kalarga (Bergama-Dikili yol çatısındaki tepe) veya daha yakın bir altın madeninden elde edildiği bir gerçektir. Bu madenler önceleri Lydia krallığı tarafından işletiliyordu. Perslilerin bölgeyi işgal etmesinden sonra madenler Perslilerin eline geçmiştir. Persliler uzunca bir süre bu bölgede kalmışlar ve bir satraplık kurmuşlardır. Eratrai (çeşme) tiranı Gonglyus Pers kralının soyundan bir kadınla evlenince Gambrion ve Palae-Gambrion Gonglyus’a damatlık hediyesi olarak verildi. Bu olaydan sonra Gambrion damat yeri olarak isim değiştirdi. Gambrion’un asıl adı Cambre veya Kandaura idi. Perslilerin güdümünden kurtulmak için Gambrion halkı daha sonraları Spartalıların safına geçmişlerdir. Gambrion şehri ilk elektron sikkeleri (altın-gümüş karışımı madeni para) M.Ö. 400 yıllarında basmışlardır. İlk basılan elektron sikkeler Gambrion’un zenginliğini ve maden işçiliğindeki ilerlemenin boyutlarını bize göstermesi açısından önemlidir. Daha sonraları gümüş, bronz ve bakır sikke basımına gidilmiştir. Gambrion zenginliğini sadece ticaretle sağlamıyordu. Bölgenin toprakları dünyanın en verimli ovalarından birisi olan Bakırçay havzasının içindeydi.
BEŞİKTAŞ TEPESİ
Beşiktaş tepesi Kınık’ı en yüksek noktadan gören ve tarihi izleriyle bizlere geçmişten önemli ipuçları bırakma özelliğiyle önemli bir yere sahiptir. Beşiktaş Tepesi ismini tepenin bebek beşiğine benzetilmesi nedeniyle almıştır. Beşiktaş Tepesi üzerinde bulunan iki mağara nedeni ile bir çok hikâye ve söylenceye konu olmuştur. Beşiktaş tepesinin kuzey cephesi Kınık’a ve ovaya güney cephesi ise Yunt dağlarına ve geniş otlak alanlarına bakmaktadır. Günümüzde özellikle küçükbaş hayvanlardan olan keçi sürüleri Beşiktaş tepesinin güneye bakan cephesinde geniş otlak alanlarından faydalanmaktadır. Beşiktaş tepesinin Kınık’a bakan tarafı oldukça sarp ve dik kayalıklara sahiptir, bu durum tepeye doğal bir koruma sağlamaktadır. Tepenin güney tarafında ise Doğu-Batı uzantılı ve tepeyi tamamen koruyacak şekilde sur duvarlarıyla çevrilmiştir. Tepenin bu kadar korunaklı hale getirilmesi bu yerin önemini ortaya koymaktadır. Beşiktaş tepesinden Bergama ve tüm Bakırçay ovası rahatça gözlemlenebilmektedir. Tepenin çok eski yerleşim yerlerinden birisi olduğu kesindir. Bölgeden ele geçen sikke, seramik parçaları ve diğer objelerden anlaşıldığı kadarıyla Gambrion, Bergama Krallığı, Roma ve Bizans dönemlerinde kullanıldığı anlaşılmaktadır. Beşiktaş Tepesi de yağmalanmadan nasibini almıştır, Altın bulma umuduyla insanlar tepede bulunan bina temellerini altüst etmişlerdir. Bu talan hala devam etmektedir. Tepedeki surların ne zaman yıkıldığı tam olarak bilinmiyor, büyük bir olasılıkla büyük bir depremde zarar görmüş ve tekrar onarılamamıştı. Tepenin korunaklı hale getirilmesi büyük ihtimalle Pers saldırılarından kaçan ve kendilerini korumaya çalışan Yunan kolonilerinde yaşayan insanların emeğinin eseridir. M.Ö. 7.Yüzyılda Yunan kolonileri buralarda küçük yerleşim bölgeleri oluşturmuşlardı. M.Ö. 5.Yüzyılda İran kökenli Pers kralı 1.Dara zamanında bu bölgeye önemli akınlar düzenlendi, sömürgeci ve köleci bir yapıya sahip olan Pers baskısından kendilerini korumaya çalışan insanlar Beşiktaş tepesi gibi dağlık alanlarda savunma noktaları oluşturdular. Ne var ki bu savunma noktaları kısa bir süre sonra Persliler tarafından kırıldı ve bölge tamamen Pers hâkimiyetine girdi. Zaman zaman ayaklanan ve bağımsızlıkları için mücadele veren bölge halkı İskender’in bölgeyi Perslilerden temizlemesine kadar geçen 200 yıllık bir süre içerisinde büyük baskılar altında ezilmişlerdi.
Beşiktaş Tepesinde bulunan iki mağaradan bir tanesi doğal diğeri de insan yapımıdır. Tepenin üzerinde bulunan mağara insan yapımı olup şu an göçük durumdadır. Girişi kapalı olan bu mağaranın suçluları hapsetmek için veya erzakların saklandığı yer olarak kullanılması olası bir durumdur. Bunun yanında bu mağaranın Bergama kalesine kadar ulaştığı sadece bir hikâyeden ibarettir ve gerçeklikle bir ilişkisi yoktur.
HASAR KALE (Kocaömer)
Kocaömer köyünün alt kesiminden değirmenlerin yanından geçen yol Karadere boyunca ilerler, bu yol takip edildiği zaman Asar denilen bölgeye gelinir. Burada elle yapılmış izlenimi veren Tümülüs görüntüsünde bir tepe vardır, bu tepenin adına Asar kale denmektedir. Aslı hisar olup Osmanlı döneminde bu adı almıştır, bilindiği üzere hisarlar gözetleme, savunma noktaları olarak karşımıza çıkar. Asar tepesinin yüksekliği 475 metredir, tepenin etrafı sur kalıntılarıyla çevrili durumdadır. Tepenin tam ortasında büyük bir sarnıç bulunur, çapları 2 metreyi bulan dört adet çanak biçiminde kesme taştan ve ortada daha büyük bir alanda suların toplandığı beş çanaktan oluşur, çanaklar birbirine küçük kanallarla bağlıdır. Bu sarnıç yüksekte olan kalenin su ihtiyacını karşılamak için yapılmıştır. Asar tepesinin tarihi geçmişiyle ilgili olarak elimizde yazılı bir kaynak olmamasına karşın tepenin güney yamaçları gezildiğinde büyük çaplı bina temellerine rastlanır. Burada bulunan roma ve Bergama sikkeleri, buranın yetiştirilen zeytinlerin, çıkarılan yağların, şarapların, tahılların vb. toplandığı yer olduğu, çıkan büyük ebatlardaki küplerden anlaşılmaktadır. Küpler pişmiş topraktan olup yaklaşık olarak 1,8 metre yüksekliktedir. Toplanan ürünler kara yoluyla Gambrion’a veya Bergama’ya oradan da deniz kıyısına aktarılıp, deniz ticareti yoluyla başka ülkelere aktarıldığı ortaya çıkmaktadır. Karadere Asar tepenin hemen yanından geçmekte ve iki kol bu noktada birleşmektedir. Karadere’nin asıl adının Luwi dilindeki Kharadra’dan geldiği sanılmaktadır, Luwi dilinde Kharadra dağdan gelen derin su yatağı anlamı taşımaktadır. Karadere Junt (Yunt) dağlarının en yüksek yeri olan Asperdenum (Mamurt Tepe) denilen yerden Asar Tepe’ye kadar çok hızlı biçimde akar ve Asar Tepe’nin bulunduğu yerde suyun akışı sakinleşir. Daha sonra Kınık ovası içinde kıvrılarak Bakırçay’a ulaşır.
Asar kalenin arkeologlar tarafından ilk araştırılması 14 Ağustos 1877 tarihinde yapılmıştır.”Alter Tümer Von Pergamon “adlı eserde bu gezinin içeriği ve tespit edilenler anlatılmaktadır. Asar tepesi üç bölümden meydana gelmektedir; En üstte 1. bölümde düz alanda sarnıç,2. bölümde üstte iç duvar altta dış sur duvarları ve gözetleme yerleri,3. bölümde eteklerde ise bina temelleri güneye doğru eğimli arazide bulunmaktadır. Asar tepesine doğu, batı ve kuzey yönünden çıkmak neredeyse imkânsız gibi görünmekte bu kısımlar Bergama, Kınık ve Soma’ya doğru tüm ovayı gözetlemeye uygun şekildedir. Buradaki kaleye giriş ve çıkışlar sadece güney yönünden yapılmakta ve bu yönde kaleye çıkan ancak şu an yerinde olmayan düzgün köşeli kesme taştan yapılmış bir yoldan bahsedilmektedir. Yol bu günkü kullanılan yolun aksine tepenin kuzeyinden değil tepenin güneyinden batısına doğru dolaşarak Karadere’nin kenarından geçen yolla birleşmektedir.
Perslerin Lydia’ya saldırmalarında, Bergama krallığının genişleme ve duraksama dönemlerinde ve Bizans döneminde Türklere karşı Asar tepesi önemli bir gözetleme kulesi olma özelliği taşımıştır. Özellikle Bizans döneminde tepenin iç ve dış kale surları kireç, taş ve tuğlayla örülerek yükseltilmiş ve sağlamlaştırılmıştır. Horasan denilen bu teknik; kireç, kum, çakıl, saman ve yumurta kullanılarak meydana getirilmekte ve beton etkisi yapmaktadır. Birçok Bizans mezarlarının yan duvarları da bu şekilde yapılarak mezarlar güvenli hale getirilmiştir. Asar tepedeki sur kalınlıkları yaklaşık olarak 5 metre, yüksekliği de şimdiki ölçülerde 8,5 aslı 10 metre civarındadır. Tepe iç ve dış surlarla iyi şekilde korunaklı hale getirilmiştir, bu surlardan günümüze pek azı ulaşabilmiş zaman içerisinde depremler, yangınlar ve doğal olaylardan kaynaklanan sebeplerden dolayı yıkılmış ve parçalanmıştır.