26 Aralık 2024
KAYBOLAN TAŞ KÜLTÜRÜMÜZ

SADAKA TAŞI

   Sadaka taşı, genellikle cami vb. yerlerde ihtiyaç sahiplerinin alabilmeleri için para vb.nin bırakıldığı özel yer.

   Kökeni Selçuklu Hanedanına kadar uzanan yardım şeklidir. Fakir insanları rencide etmemek için düşünülmüş bir modeldir.

   Sadaka Taşları farklı boylarda olmakla beraber genellikle beyaz renkli taştan silindir veya dört köşe şeklinde, bir kısmı ise havuz, kovuk ve yatay, bazen de oyuklar şeklinde olurdu.

  Sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın en güzel örneklerinden birisi olan “Sadaka Taşları”, insan onurunun incinmeden yardım almasını sağlayan eski yardımlaşma sistemlerinden biri olarak bilinmektedir. Sadaka taşlarının diğer yardımlaşma sistemlerinden en belirgin farkı ise, yardımlaşmanın yalnızca zengin-fakir çizgisinde değil, bir mahalle içinde aynı sosyal statüye sahip insanlar arasında da kurulmuş olmasıdır. Bu noktada vakıflar, imarethaneler gibi yardım kuruluşlarının aksine sadaka taşlarının birbirleriyle daha yakın duran, komşuluk ilişkileri içerisinde olan insanlar arasında bir yardım işlevi görmesidir.

     Osmanlı döneminde yaygın olarak görülen bu sadaka taşları vasıtasıyla nakdî ve aynî vardım yapılmaktaydı. Nakdî yapılan yardımlarda paranın uçup kaybolmaması için kâğıt para yerine madeni paralar bırakılır, aynî yardım olarak ise giyim kuşam eşyaları ve çeşitli besinler bırakılırdı. Fakir ve muhtaç kimseler, sadaka taşlarında birikenler bağışlardan sadece ihtiyacı kadar alır diğer fakirlere de birşeyler bırakmaya özen gösterirlerdi. Bu bağışlar, genellikle gece karanlığında veya kimsenin olmadığı bir zamanda, sadakaların, bu taşın tepesindeki çukura bırakılmasıyla gerçekleştirilirdi. İhtiyacı olduğu halde dilenmekten çekinen kimseler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ve kendisi için gerekli olan miktarı buradan temin ederdi.

   Sadaka taşları, Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu coğrafyada yaygın bir şekilde kullanılmış ve günümüzde de koruma altına alınması gereken kültürel unsurlar arasına girmiştir. Çeşitli bölgelerde “Zekât Taşı”, “Zekât Kuyusu”, “Dilenci Mihrabı”, “Hacet Taşı”, “İhtiyaçgâh”, “Fıkara Taşı”, “Hayrat Deliği” gibi isimlerle de anılmakta olan bu taşların, genellikle, cami, tekke, medrese avluları, çeşme başları, üç beş semtin birleştiği köşelere, fakir, muhtaç, hasta insanların barındığı yapıların önlerine (Üsküdar’daki Miskinler Tekkesi gibi) dikildiği görülmektedir. Bunların dışında cellat mezarlıklarına da sadaka taşlarının dikildiği bilinir. Cellâtlar can almaları nedeniyle Osmanlı’da dışlanmış bir grubu oluşturmuşlardır. Bu sebeple genellikle yerleşim yerinden uzak mezarlıklarda, isimleri yazılmadan sadece mezar başlarında bir taş konularak defnedilmişlerdir. Belirli zamanlarda mezarlıkları ziyaret eden kişiler, cellât mezarlığı kenarına konan sadaka taşlarına para bırakarak cellâtların ailelerinin geçinebilmesi için sadakalarını bırakmışlardır.

  Kur’an-ı Kerim’de bulunan infakla ilgili âyetler ve Hz. Muhammed (sav)’den nakledilen hadisler dolayısıyla Osmanlı kültüründe sadakaya önem verilmiş, ideal İslâm toplumlarında sadaka sosyal dengenin en önemli unsuru olarak görülmüştür. Sadaka, sürekli olarak uygulanabilen bir fiil olması sebebiyle yardıma ihtiyacı olan kimselerin devamlı surette gözetilmesini, açlığın, muhtaçlığın ve bundan doğacak hırsızlık, isyan gibi kötülüklerin önlenmesini ve böylece toplumsal bir huzur ortamının oluşmasını temin eden bir ibadet olarak kabul edilmiştir. Sadakanın riyaya düşmeden ve verilen kişiyi incitmeden verilmesi gerektiğinin şehir kültüründeki yansıması sadaka taşlarıyla görülmektedir.

   İstanbul’da bir zamanlar 160 adet sadaka taşının olduğu kaynaklarda yer alır.

Bunların en meşhuru Üsküdar İmrahor Cami önünde bulunan ve Üsküdar Belediyesi tarafından korumaya alınan devşirme porfir sütun, kırmızı granitten yontulmuş sadaka taşıdır.