23 Kasım 2024
Hanlar

ISSIZ HAN – ULUABAT – KARACABEY / BURSA

Bursa’nın 65 km. kadar batısında, Karacabey ilçesine bağlı Seyran köyü yakınında Ulubat gölünün kuzey sahilinde bulunmaktadır. Burası, Roma döneminden beri İzmir’den İstanbul’a uzanan yolun önemli bir noktasını oluşturuyordu. Yapı, Anadolu’daki ticaret yolları üzerinde özellikle Selçuklular devrinden kalma pek çok benzeri bulunan kervansaraylardan biridir. Issız Han’ın önemi, Selçuklu kervansaraylarının mimari özelliklerini taşıyan bir erken Osmanlı dönemi yapısı olmasıdır. Cümle kapısı üzerindeki kemerin içinde yer alan, girift bir sülüs hatla yazılmış iki satırlık Arapça kitâbeye göre 797 (1394-95) yılında Celâleddin Eyne Bey b. Felek Meliküddin tarafından yaptırılmıştır. Balıkesir-Karesi subaşılığı görevinde bulunan ve I. Kosova Savaşı’nın kumandanlarından olan Celâleddin Bey, 808’de (1405) Şehzade Süleyman ile Îsâ Bey arasında Ulubat’ta meydana gelen çarpışmada ölmüştür.

Issız Han, Bursa gibi büyük bir merkezin yakınında ve işlek bir yol üzerinde bulunmasından dolayı eski tarihlerden itibaren seyyahların uğradıkları ve seyahatnamelerinde bahsettikleri bir yapı olmuştur. Aslında bir papaz olan Stephan Gerlach, XVI. yüzyılın son çeyreğinde Bursa’ya yaptığı seyahat sonrasında Ulubat üzerinden Karacabey’e giderken uğradığı bu handan “kervansaray” diye bahseder. Seyyah Richard Pococke 1740 yılı yazında bu hanı görmüş, 1779’da Bursa’yı ve yakın çevresini gezen İtalyan rahip Dominico Sestini, Hassis Han dediği bu yapıyı etraflı şekilde anlatmıştır. 1834 yılında Bursa’da incelemelerde bulunan Fransız mimarı Charles Texier yapıdan Kırsız Han, bundan bir yıl sonra mart ayında Bursa’ya uğrayan William J. Hamilton ise Kız Hanı diye söz etmektedir. George Perrot ise yapıyı 1861 yılında görmüştür.

Kuzey-güney doğrultusunda uzunlamasına dikdörtgen planlı, 42,30 × 21,30 m. boyutlarında bir yapı olan Issız Han’ın cümle kapısı güneydeki dar cephede, sivri kemerli yüksek ve derin bir eyvanın içinde yer almaktadır. İki yan duvarlarından dikdörtgen nişlerle genişletilmiş, cümle kapısı çift kademeli kör bir kemer içine alınmıştır. Kapının iki yanında dışa kapalı dikdörtgen planlı birer mekân bulunmaktadır. Üzerleri beşik tonozlarla örtülü olan bu odalar birer kapı ile ana mekâna açılmaktadır. Ana mekân, küfeki taşından yapılmış beşerli iki pâye sırasının ayırdığı üç nefli (sahn) bazilikal bir plana sahiptir. Dairevî kemerleriyle bağlantılı olan bu pâyeler nöbetleşe olarak haçvari ve dikdörtgen kesitli biçimde yerleştirilmiş, neflerin üzerleri uzunlamasına tuğladan yapılma beşik tonozlarla örtülmüştür. Ortada yer alan nefin zemini yanlara göre 0,64 m. kadar yükseltilmiş, bu yükseklik örtü sistemine de yansıtılmıştır. Yolcuların kullanımına mahsus olan ortadaki nefte, granitten yapılma dörder adet bodur sütun üstünde, yekpâre taştan basık kemerler üzerinde yükselen iki baca bulunmaktadır. Tuğla örgülü olan bu bacalar tavana doğru kademeli biçimde daralmaktadır.

İki pencere dışında hanın diğer on dokuz penceresi mazgal şeklindedir. Bunun sebebi hiç şüphesiz ısı kaybını önleme ve güvenliği sağlama düşüncesidir. Bugün oldukça harap durumda bulunsa da yapının üzerini iki yana eğimli bir kırma çatının örttüğü anlaşılmaktadır.

İri blok kesme taş ve tuğla malzeme kullanılarak temiz bir işçilikle inşa edilen yapının duvarlarında iki sıra taş, dört sıra tuğla dizisi almaşık olarak kullanılmıştır. Tonoz ve kemerlerle bacalardaki malzemenin tamamı tuğla ise de bunlarda süs unsuru yoktur. Bunun yanında, eyvanın doğu yan duvarındaki nişte tuğlanın dekoratif örgülü olarak kullanıldığı dikkati çeker. Burada tuğlaların yatay ve dikey durumda yerleştirilip “meander” motifi meydana getirildiği görülür ki yapıda bu basit süslemeden başka süslemeye rastlanmaz. Binanın inşasında kullanılan blok taşlar, yapının yakınındaki Apollonia (şimdi Gölyazı) şehri harabelerinden alınmış olmalıdır. Duvarların dış yüzünün değişik yerlerinde bulunan bazı mimari parçalarla üzeri yazılı taşlar da antik yapılardan devşirilmiştir. Bunlara sütun gövdeleri de eklenebilir. Ocaklara ait sütun başlıkları antik malzeme olsa da bunların üzeri Türk üslûbunda işlenmiştir. İşçilikleri oldukça kaba görünen bu başlıklar üç ayrı tiptedir. Bir kısmı baklavalı tipin sade örnekleri olup iki başlık köşelerinde uçları aşağı doğru yönelik mızrak ucu yapraklar bulunan kesik piramit biçimindedir. İkinci ocağın sütun başlıkları ters döndürülmüş çok kenarlı kesik piramidal biçime sahip olup kıvrılmış yaprak uçlarıyla köşeleri pahlanmıştır.

Erken Osmanlı döneminde eski mimari geleneklere bağlı kalınarak inşa edildiği anlaşılan yapı halen depo vazifesi görmektedir. Son olarak 1956 yılında restore edilmiştir.

KAYNAK: TDV İSLAM ANSİKLOPEDİSİ