ECDADIMIZIN MEKKE’DE YAPTIĞI HİZMETLER – SUUDİ ARABİSTAN
ECDADIMIZIN MEKKE’DE YAPTIĞI HİZMETLER
OSMANLI MESCİDİ
Müslüman olduktan sonra tarihte yepyeni bir sayfa açan Türk milleti, Büyük Selçuklular devrinden itibaren İslâm âleminde sözü geçen bir millet hâline gelmiştir. Daha Abbasîler devrinde idarî ve askerî bürokraside önemli vazifeler üstlenen Türkler, Haremeyn’e (mübarek Mekke ve Medine şehirlerine) büyük bir alâka ve hürmet göstermişlerdir.
Osmanlı Mescidi
Osmanlı mescidi Mekke’de Osmanlı Kışlasının önünde bulunmaktadır. Mescidin eski halinden eser kalmammış, eski mescid yıkılarak yerine yeni bir mescid inşa edilmiştir. Sadece ismi Osmanlı mescidi olarak anılmaktadır. Yeni mescid ile ilgili pek bilgi bulunmamaktadır. Eski mescid ile de pek bilgi yok. Sadece Osmanlı kışlası yapılırken önüne de bir mescid inşa edildiği bilinmektedir. Ama o mescidden eser kalmamış, yerine şimdiki mescid inşa edilmiştir.
Haremeyn hizmetlerinin başlaması
Devlet-i Âliye, mukaddes topraklar Osmanlı hâkimiyetine girmeden önce de Haremeyn’e hizmet etme arzusunu ortaya koymuştur. Nitekim asırlar boyunca Osmanlı’nın bölge siyaseti, ‘hizmet götürme’ mülâhazası üzerine bina edilmiş ve padişahlar kendilerini Hâdimü’l-Haremeyn olarak görmüşlerdir. Hicaz bölgesi Memluk idaresinde iken, Osmanlı sultanlarının ve halkın gönderdiği yardımlar, ecdadımızın mübarek beldelere karşı duyduğu muhabbeti ortaya koyar. Yıldırım Bayezid, Çelebi Mehmed ve Sultan 2. Murad devirlerinde Surre Alayları ile hediyeler gönderilmiş ve geliri yüksek araziler Haremeyn adına vakfedilmiştir. Fatih Sultan Mehmed’in, İstanbul’un fethinden elde edilen ganimetten bölgeye para aktarması, Hac yollarının güvenliği ve Hicaz’da yaşanan su sıkıntısının giderilmesi konusunda gösterdiği azamî gayret, Osmanlıların Haremeyn hizmetine verdikleri büyük ehemmiyeti gösterir.
Yavuz Sultan Selim, Suriye, Filistin ve Mısır’ı 1516-1517’de fethetmiş; ardından Hicaz bölgesi de Osmanlı topraklarına katılmış ve Hilafet Osmanlı hanedanına geçmiştir. Yavuz Sultan Selim adına hutbe okunmasıyla, Hicaz’da Osmanlı idaresinde yepyeni bir dönem fiilen başlamıştır. Bundan sonra Osmanlı Devleti bu mübarek beldenin bütün mesuliyetini üzerine almış; meselâ Yavuz, Mısır’dan oğlu Şehzade Süleyman’a (Kanunî) gönderdiği mektupta: “Artık bir Hacının dahi başına gelebileceklerden biz mesulüz.” diyerek örnek bir tavır sergilemiştir.
Güvenlik ve Hac hizmetleri
Osmanlı Devleti, Mekke’deki otoritesini merkezden atadığı Şeyhü’l-Haremler vasıtasıyla sağlamıştır. Öte yandan mahallî otoriteyi ise, Osmanlı sultanının muvafakatiyle göreve gelmiş Mekke Emiri olan Şerifler temsil etmişlerdir. Ayrıca Mekke’ye her mezhebi çok iyi bilen kadılar atanmıştır. Osmanlı’nın gelişmiş devlet düzeni bütün yönleriyle Mekke’de de kendini göstermiştir. Önceleri Mısır Beylerbeyliği üzerinden yürütülen malî ve idarî işler, 1840’tan itibaren müstakil Hicaz Eyaleti kurulmuş ve Mekke, eyaletin merkezi yapılmıştır. 1869’da şehirde Belediye Meclisi oluşturulmuş; sağlık ve temizlik işlerini yürüten ve denetleyen sağlam bir teşkilât yapısı kurulmuştur.
Hicaz’ın yönetimi Osmanlılara geçtikten sonra, Hac organizasyonu Devlet-i Âliye idaresinde yapılmaya başlanmıştır. Hacı adaylarının Mekke’ye güven içinde ulaşabilmeleri, Bedevî saldırılarından zarar görmemeleri ve Hac ibadetini huzurlu bir şekilde yapabilmeleri için kapsamlı tedbirler alınmıştır. Farklı istikametlerden gelen kafileler İstanbul, Şam, Kahire ve Yemen’de toplanmış; Hacıların yol, su, ulaşım ve konaklama ihtiyaçları dört asır İstanbul’dan sistematik bir şekilde koordine edilmiştir.
Mukaddes topraklarda huzur ve asayiş ortamının devamı için, büyük bir gayret gösterilmiştir. Mekke’yi dış tehditlerden korumak maksadıyla, Yemen’e ve Mısır’ın güneyine doğru hâkimiyet sahası genişletilerek Kızıldeniz ve çevresi kontrol altına alınmıştır. Osmanlı hâkimiyetinde kaldığı dönem içerisinde Mekke’de, genel olarak sakin bir hayat hüküm sürmüştür. Hint Okyanusu’na donanma gönderebilmek, Uzakdoğu’da yaşayan Müslümanların Hicaz’a güvenli bir şekilde ulaşabilmelerini sağlamak maksadıyla, Akdeniz’i Kızıldeniz’e bağlayan bir kanal açılması için çalışmalar yapılmış; ama bu önemli proje bazı sebeplerden tamamlanamamıştır.
Mekke’yi korumak için daha önce yaptırılan surlara ilâveten, Osmanlılar zamanında 1781–1783 yılları arasında Ecyad Kalesi yapılmıştır. Mescid-i Haram’a hâkim bir konumda yer alan kale, gelen bütün tepkilere rağmen 2001 yılında yıkılmıştır. Yine ecdadımız tarafından bedevilerin yoğun olduğu bölgelerde Fülfül (1801) ve Hind (1806) kaleleri inşâ edilmiştir. Osmanlı tarihi bir mânâda, Hicaz’a hizmet tarihidir. Mukaddes beldelerin barındırdığı hatıralara, Ehl-i Beyt’e mensup insanlara muhabbet ve hürmet gösterilmiştir. Bunun bir tezahürü olarak Mekke’deki kalelere, Sultan Abdülaziz devrine kadar Osmanlı hâkimiyetinin alâmeti sayılan bayrak çekilmemiştir.
Hacıların Mekke’deki su ihtiyacı, Hac mevsiminde had safhaya ulaştığı için, Osmanlılar devrinde yeni su kaynakları sağlanmıştır. Vaktiyle Abbasî Halifesi Harun Reşid’in eşi Zübeyde Hanım tarafından yaptırılan su kanallarının tahrip olması üzerine, Kanunî Sultan Süleyman’ın hayırsever kızı Mihrişah Sultan’ın himmetiyle, Mekke’nin en önemli su kaynağı olan Ayn-î Zübeyde’ye, 1524–1530 yılları arasında Ayn-î Hanin kanalları eklenmiş ve Cebel-î Rahme’nin etrafına havuzlar inşâ edilmiştir. Böylece Arafat ve Müzdelife bölgesi bol suya kavuşmuştur. Sultan 2. Abdülhamid zamanında (1883) bu su kanallarının tamiratı yapılmıştır. Hâlihazırda Arafat’ta Allah Resûlü’nün (sallallahü aleyhi ve sellem) vakfeye durduğu Cebel-î Rahme’nin eteklerinde Osmanlı’dan yadigâr çeşmelerin izlerini görmek mümkündür.
Mekke’deki iktisadî ve ilmî hayat
Hac mevsimi haricinde Mekke, fazla bir ticarî hareketliliğe sahip olmadığı için, Osmanlı merkezî idaresi tarafından çeşitli tedbirler alınmış; doğrudan veya Mısır üzerinden gönderilen yardımlarla şehir halkı her yıl iktisadî açıdan desteklenmiştir. Surre Alayları ile gönderilen hediyeler, çeşitli vergiler ve Cidde gümrük gelirleriyle desteklenen bu yardımlar, vakıflar ve imarethaneler vasıtasıyla halka dağıtılmıştır.
Mısır’da, Eyyubiler ve Memluklardan kalan vakıflar muhafaza edilmiş; ayrıca İstanbul’da, Anadolu’da, Suriye’de, Kıbrıs’ta ve Balkanlar’da Mekke için yeni vakıflar kurulmuştur. Bu vakıflar çeşitli vergilerden muaf tutulmuş ve vakıf hukukunun ihlâl edilmemesi için, hassasiyet gösterilmiştir. Padişahların, hanedan mensuplarının ve halkın ileri gelenlerinin öncülüğünde kurulan vakıflar sayesinde, Asr-ı Saadet’ten hatıralar taşıyan mübarek mekânlar korunmuş; hükümet konağı, kışla, karakol, posta hane gibi idarî binaların yanında, çok sayıda mescit, medrese, tekke, zaviye, ribat, misafirhane, imarethane, gasilhâne, darüşşifa, sıhhiye idaresi, hamam ve sebil inşâ edilmiştir.
İslâm dünyasından Mekke’ye Hac mevsiminde gelen ulemanın toplanma merkezi tarih boyunca Mescid-i Haram olmuş ve burada ilim halkaları oluşmuştur. Ayrıca şehre yerleşen âlimlerin evleri de, birer ilim merkezi hâline gelmiştir. Osmanlılar zamanında Mekke’de ilmî ve kültürel canlılığın sürdürülmesinde kütüphanelerin, medreselerin yanında, şehre dışarıdan gelenlerin misafir edildiği tekkeler, zaviyeler, dergâhlar ve ribatlar da büyük rol oynamıştır. Mevcut medreseler onarılıp ihtiyaçları giderildikten sonra yenileri yapılmıştır. Mekke’de, tasavvufî düşünceye de ev sahipliği yapan meşhur Osmanlı medreseleri arasında; Sultan 3. Murad, Şehid Mehmed Paşa, Davud Paşa, Hasekiye, Sinan Paşa, Sokulu Mehmed Paşa ve Mahmudiye medreseleri sayılabilir. Osmanlı ülkesinde Tanzimat’la birlikte modern eğitim müesseselerinin açılmasına paralel olarak, Mekke’de de benzer eğitim kurumları açılmıştır.
Mescid-i Haram ve Kâbe hizmetleri
Osmanlılar devrinde Haremeyn hizmeti devralındıktan sonra Mekke’de geniş çaplı imar faaliyetlerine başlanmıştır. Şehrin fizikî plânına özel bir önem verilmiş; Mescid-i Haram’ın ve Kâbe’nin görünümünü bozacak bir mimarî üslûptan özenle uzak durulmuştur. Bu çerçevede öncelikle Mescid-i Haram’ın minareleri, sütunları, revakları, kapıları, ahşap çatısı, tavaf alanının zemini, mezheplere ait makamlar yenilenmiş ve yüksekliği on iki metreyi bulan çok sanatlı bir minber yapılmıştır. Harem-i Şerif’in ahşap çatısı İstanbul ve Mısır’dan getirilen malzeme ile 1576’da çok kubbeli hâle getirilmiş; hüsn-ü hat örnekleriyle süslenen kapılara Mescid-i Haram’la ilgili âyetler işlenmiştir. Kanunî devrinde başlayan çalışmalar, Mimar Sinan’ın desteğiyle 2. Selim (1566–1574) ve 3. Murad zamanında (1574–1595) devam etmiştir. Altı minareli olarak plânlanan Sultanahmet Camii’nin inşasından evvel, bu büyük eserin bânisi Sultan 1. Ahmed tarafından Mescid-i Haram’a yedinci minare yaptırılmıştır. Böylece Mekke ve Harem-i Şerîf, mimarî açıdan yeni bir kimlik kazanmış ve göze hoş gelen bir estetiğe kavuşmuştur.
Sultan 1. Ahmed devrinde (1612), Kâbe duvarlarının yıpranan kısımları onarılmış ve çatıda biriken suyun aktığı Altınoluk yenilenmiştir. 1629’da yaşanan şiddetli bir yağmurun sebep olduğu sel felâketi, Mescid-i Haram’da ciddi zararlara yol açmış; selin biriktirdiği çamurun baskısıyla Beytullah’ın bazı taşlarının yerinden oynadığı ve duvarlarının yıkılmak üzere olduğu görülmüştür. Sultan 4. Murad (1623–1640), Mısır valisi vasıtasıyla hâdiseyi haber alır almaz, derhal İstanbul’dan bir heyeti Mekke’ye göndermiş ve şehrin ileri gelenlerinin kanaatleri alınarak çalışmalara başlanmıştır. Büyük bir hassasiyet içerisinde sürdürülen bu tamirat sırasında en değerli malzeme kullanılmış ve temellerine kadar inilerek Kâbe-i Muazzama yeniden inşâ edilmiştir. Yapının bütün duvarları, altın levhalarla kaplı kapısı, çatısı, tavanı destekleyen ahşap sütunları, içeriyi aydınlatan kandilleri ve som altınla kaplanan yağmur oluğu yenilenmiştir. Ayrıca şehrin, yılda bir iki defa yağan şiddetli yağmurlarla oluşan sellerden zarar görmemesi için tedbirler alınmıştır.
Bu geniş çaplı tamirattan sonra İstanbul’dan Kâbe’ye yeni bir örtü gönderilmiştir. Osmanlı devrinde Surre Alayları ile gönderilen hediyeler içerisinde en kıymetli olanları; hemen her yıl değiştirilen Kâbe örtüsü ve anahtarıdır. Kâbe örtüleri, siyah renkli ibrişim ve ipekten dokunmuştur. Eski örtünün bir kısmı parçalara ayrılarak Haremeyn halkına dağıtılmış, bir kısmı İslâm âleminin ileri gelenlerine hediye olarak gönderilmiştir. Geriye kalan kısmı ise, İstanbul’a getirilip Eyüp Sultan Hazretleri’nin türbesinde bir süre halkın ziyaretine sunulmuş; daha sonra ulema, meşayıh, sâdat ve devlet ricâli tarafından tekbirlerle saraya getirilip, Hırka-ı Saadet Dairesi’nde saklanmıştır.
Osmanlı Devleti’nin, siyasî ve askerî açıdan gerilemeye başladığı dönemlerde de Haremeyn hizmetleri aksatılmadan sürdürülmüştür. Sultan 4. Mehmed (1648–1687) zamanında Mescid-i Haram’ın minareleri onarılmış, tavaf alanı (metaf) genişletilerek zemine yontma taş döşenmiş. Safa ve Merve tepeleri arasına kandiller konulmuş. 2. Mustafa devrinde (1695–1703) Hacerü’l-Esved mahfazası ile Kâbe’nin tavanını tutan üç ahşap direk ve merdiven yenilenmiş. 3. Ahmed devrinde (1703–1730), metafın zemini yenilenmiş. 1. Mahmud devrinde (1730–1754), mescide yeni avizeler ve şamdanlar gönderilmiş. 1. Abdülhamid devrinde (1774–1789), Kâbe’nin, Makam-ı İbrahim’in ve Mescid-i Haram’a ait minarelerin bakımı yapılmış. Sultan Abdülmecid devrinde (1839–1861) Hatim duvarı yenilenmiş. Mescidin dört bir tarafına direkler dikilip sayısı üç bini aşan kandillerle Harem-i Şerîf ışıl, ışıl aydınlatılmıştır. Sultan 2. Mahmud devrinde de (1808–1839) Vehhabî hareketinin bölgedeki mukaddes mekânlarda oluşturduğu tahribatın izlerinin silinmesi için İstanbul’dan ustalar gönderilmiştir.
Osmanlı Devleti, 1. Dünya Savaşı’nda tarihinin en sıkıntılı zamanlarını yaşamasına rağmen devrin padişahı Mehmet Reşad, 1916’da Mescid-i Haram’ın genel bakımının yapılmasını ve selden zarar gören sütunların değiştirilmesini istemiştir. Fakat ne yazık ki, savaşın doğurduğu ağır maddî sıkıntılar ve Hicaz’daki Osmanlı hâkimiyetinin sona erip, Devlet-i Âliye’nin tarih sahnesinden çekilmesi üzerine bu imar faaliyeti yarım kalmıştır.