İZMİR ADI NEREDEN GELİYOR?
İZMİR ADI NEREDEN GELİYOR?
İZMİR KELİMESİNİN KÖKENİ
İzmir kelimesi eski İon lehçesinde Smurne, Attika (Atina) lehçesinde ise Smryna diye yazılırdı. Bugünkü Hellenler bu kentin adını Smirni biçiminde telaffuz etmekte, Gerçi son yıllarda Antik Efes kenti civarında da bu adla anılan bir köy yerleşimi izlerine rastlanmıştır. Olasılıkla İzmir’den Efes’e giden bir kısım Amazon kraliçelerinin adını yerleştikleri köye de koydukları düşünülmektedir ki bununla ilgili bilgilere eski Yunanistan’daki kaynaklarda da rastlanmaktadır. Ancak Smyrna sözcüğü Yunanca değildir, Ege Bölgesindeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir. M.Ö. 2000 yılının başlarına ait Kayseri Kültece yerleşiminde ele geçen bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır. Tismurna’daki `ti’ bir ön ek olup büyük olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir. Hellenler ya da Bayraklı höyüğünü mesken tutanlar bu ön eki atıp kente ‘Smurna’ demişlerdir. Kentin adı olasılıkla M.Ö. 3000 ile M.Ö. 1800 yılları arasında Smurnu olarak anılıyordu.
İZMİR
İzmir(Yunanca: Σμύρνη Smırne, Latince: Smyrna), Türkiye‘nin bir ili ve en kalabalık üçüncü şehri.[2][3] Anadolu Yarımadası‘nın batısında, Ege Bölgesi‘nin ortasında yer alan ve İzmir Körfezi çevresinde bulunan şehir, her yıl İzmir Enternasyonal Fuarı‘nı düzenleyen önemli bir fuar merkezi ve liman kentidir. Yüz ölçümü olarak ülkenin yirmi üçüncü büyük ilidir.[4] Batısında Ege Denizi ve Ege Adaları, güneyinde Aydın, kuzeyinde Balıkesir, doğusunda ise Manisa vardır.
İzmir’in batısında denizi, plajları ve termal merkezleriyle Çeşme Yarımadası uzanır. Antik çağların en ünlü kentleri arasında yer alan Efes,Roma’nın imparatorluk devrinde dünyanın en büyük kentlerinden biriydi. Tüm İyonya kültürünün zenginliklerini bünyesinde barındıran Efes, yoğun sanatsal etkinliklerle de adını duyuruyordu. Bu maksatla da bu şehre “Güzel İzmir”, “Eski İzmir” ve “la Perle de l’Ionie” (İyonya’nın İncisi) deniyordu.
İzmir, yatlar ve gemilerle çevrilmiş uzun ve dar bir körfezin başında yer almaktadır. Sahil boyunca palmiye, hurma ağaçları ve geniş caddeler bulunmaktadır. İzmir Limanı, Mersin Limanı’ndan sonra Türkiye’nin en büyük limanıdır. Canlı ve kozmopolit bir şehir olan İzmir, uluslararası sanat festivalleri ve İzmir Enternasyonal Fuarı ile de önemli bir yer tutar
2012 TÜİK verilerine göre İzmir’in nüfusu 4.005.459’dur
İzmir şehrinin adının nereden geldiği konusunda kanıtlanmış bir bilgi yoktur. Ancak, bir dönem Bugünkü İzmir yöresinde yaşamış Erektidler’in Amazonlarla savaşıp galip geldiği; önderleri These’nin de, Amazon kadını Smyrna ile evlenip ve yöresine onun adını verdiği, İzmir’in adının da Smyrna’dan geldiği en çok kabul edilen görüştür.
Ayrıca bölgede uzun yıllar hâkimiyet kuran İyonların lehçesinde kentin adı Smurne, Atina lehçesinde ise Smryna diye yazılırdı
“Smyrna” sözcüğü Yunanca değildir. Ege Bölgesi’ndeki birçok yerleşim adı gibi Anadolu kökenlidir. MÖ 2000’in başlarına ait Kültepe (Kayseri) yerleşiminden kalan bazı tablet metinlerinde Tismurna adına rastlanmaktadır. Tismurna’daki ti bir ön ek olup büyük olasılıkla bir kişi ya da bir yer adını belirtmektedir. Hellenler ya da Bayraklı Höyüğü’nü mesken tutanlar da bu ön eki atıp kente Smyrna demişlerdir.
TARİHÇESİ
Eski İzmir kenti (Smyrna) körfezin kuzeydoğusunda yer alan ve yüzölçümü yaklaşık yüz dönüm olan bir adacık üzerinde kurulmuştu. Son yüzyıllar boyunca Meles Irmağı Sipvlos (Yamanlar) Dağı’ndan gelen sellerin getirdikleri mil ile bugünkü Bornova ovası oluştu ve yarım adacık bir tepe haline dönüştü.
Şimdi Tepekule adını taşıyan bu höyüğün üzerinde Tekel Müdürlüğü’nün İzmir Şarap ve Bira Fabrikasına ait numune bağı bulunmaktadır. 1955’ten beri yoğun gecekondu bölgesi olan bu çevrede İzmir’deki ilk yerleşim yeri olarak tespit edilen İzmir Höyüğü bulunur. Buradaki ilk kazılarda Türk Tarih Kurumu ile Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü’nün katkıları büyük olmuştur.
Batı Anadolu kıyılarındaki ilk yerleşimler genelde, ki bunlar Troya Savaşlarından sonra kurulan Aiol, İon ve Dor kökenlidir, küçük yarımadalar üzerinde kurulmuştur. Bunlar; Çandarlı, Foça, İzmir, Klazomenai, Miletos ve İasos gibi yerleşimlerdir. Bunun nedeni yerleşim yerlerini kuran ve oturan insanların daha çok Hellenlilerden olmalarıdır. Böylece yarımada yerleşikleri hem iki limana sahiptiler, hem de kara denizden gelecek saldırılara karşı güvence içindeydiler. Elverişsiz havalarda limanlardan biri uygun olmadığı takdirde gemiciler diğer limanı kullanma şansına sahiplerdi. Bayraklı Höyüğü körfezin kuzeydoğu köşesinde, kuzeyine sarp kayalı Yamanlar Dağı’nı da alarak karadan gelecek saldırılara karşı rahat bir konumdaydı. Güneyi imbata açıktı. Eski İzmir yerleşimi yaklaşık 3000 yıl boyunca bu yarımada üzerinde yer aldı. M.Ö. 4. yüzyılın ikinci yarısında büyük nüfus artışı yüzünden bugünkü Kadifekale eteklerine taşındı.
TARİH BOYUNCA İZMİR
Tunç Çağı (M.Ö. 3000-1050)
Eski İzmir’in yerleşimi her ne kadar M.Ö. 3000 yılından çok daha geriye uzanmakta ise de yapılan en son kazılarda henüz M.Ö. 3000 yıllarına kadar gidilmiştir. Kazılarda elde edilen bilgiler ışığında ilk İzmir yerleşikleri evlerini höyüğün en üst düzeyinde denizden 3 ile 5 metre yukarıdaki kayalar üzerine oturtmuşlardır. Bu ilk yerleşme Eski Tunç Çağı dönemine aittir. Bulunan çanak ve çömlekler Troya dönemi ve kültürüyle (M.Ö. 3000-2500) benzerlikler göstermektedir. Birinci yerleşim tabakasının üstünde Orta Tunç Çağı dönemi yer alıyordu. Burada bulunan keramik eserler Troya II kentinde ortaya konulan sanatsal eserlerle hemen hemen özdeştir (M.Ö. 2500-2000). Üçüncü yerleşme katı Troya VI ve Hitit dönemi ile çağdaştır (M.Ö.1800-1050). Bu katta elde edilen büyük ve sağlam bir vazo, Afyon ve Uşak kentlerinin güneyindeki Beyce Sultan kazılarında elde edilen kapların türündendir. Ayrıca birçok kap biçimi Orta Anadolu ile olduğu ölçüde Troya VI kap kaçağı ile de benzerlikler taşımaktadır. Bundan başka yine Troya VI’da gün ışığına çıkan `Minyas’ tipi vazolar Bayraklı’da da ele geçmiş, bir de 4-5 Myken seramik parçasına rastlanmıştır. Açılan sondajlar küçük olduğundan evler hakkında geniş bilgi elde edilememiştir. Tunç Çağı’nda İzmir’de yaşayan yerli halkın dili konusunda herhangi bir fikir elde edilmesi mümkün olmamıştır. `Minyas’ türü keramiğin ele geçmesi birçok Anadolu kentinde olduğu gibi, burada da 2000’lerde Akalılara (Achaioi: Myken) ait bir ticaret kolonisinin bulunduğuna ilişkin ipuçları verebilir.
Demir Çağı
Hititler Çağında (M,Ö. 1800-1200) Anadolu’da yazı kullanılıyordu ve bundan ötürü o dönemde tarih çağına ulaşılmış bulunuluyordu. Ancak M.Ö. 1200’lerde Troya Vll ve Hitit başkenti Hattuşaş’ın Balkanlardan gelen kavimlerce yıkılmasından sonra Orta ve Batı Anadolu yeniden yazısız ve karanlık bir çağa, Demir Çağı’na girdi. Demir Çağı, Anadolu’da yazının yeniden kullanılması ile Fryg Krallığı’nda M.Ö. 730’a, geri kalan Orta ve Batı Anadolu’da ise M.Ö. 650 yıllarına kadar sürmüştür,
Kazılarda fazla miktarda çıkarılan keramik ürünlerden anlaşıldığına göre, Demir Çağı boyunca Eski İzmir’de Hellas’tan göç eden, Aiolller ve İonlar yaşıyordu. Yarımadada yerli halkın yaşadığına dair herhangi bir bulguya ise rastlanmamıştır. Bayraklı Höyüğü’nün M.Ö. 1050 yıllarında kurulmaya başlayan yerleşmesinin Hellas kökenli olduğu anlaşılmaktadır.
400 yıl devam eden bu ilkel dönem boyunca başlıca beş yerleşme katı saptanmıştır. Bunlar:
I. Aiol yerleşmesi (M.Ö.1050 – M.Ö.1000)
II. Erken, Orta ve Geç Protogeometrik yerleşme (M.Ö.1000 – M.Ö.875)
III. Erken ve Orta Geometrik yerleşme (M.Ö.875 – M.Ö.750)
IV. Geç Geometrik yerleşme (M.Ö.750 – M.Ö.675)
V. Subgeometrik yerleşme (M.Ö.675 – M.Ö.650)
Söz konusu beş tabaka denizden 6,40 metre yükseklikte başlamakta ve 9,50 metrede son bularak 3 metre kalınlığında bir tabaka oluşturmaktadır. Kazılarda elde edilen Aiol keramiği Submyken orijinlidir. Protogeometrik ve Geometrik stildeki kap-kaçak ise genelde Attika vazoculuğunun bir devamıdır diyebiliriz.
Demir Çağı boyunca İzmir evleri, büyüklü küçüklü tek odalı yapılardan oluşmakta idi. Gün yüzüne çıkarılan en eski ev M.Ö. 925 ile M.Ö. 900’e tarihlenmektedir. İyi korunmuş halde ortaya çıkarılan bu tek odalı evin (2,45 x 4 m.) duvarları kerpiçten, damı ise sazdan yapılmıştı. Erken Geometrik dönemden itibaren (M.Ö. 875’ler) bu tek odalı evler at nalı biçimli bir avlunun üç bir yanını çevirmekte idiler.
Eski İzmirliler kentlerini M.Ö. 850’lerde kerpiçten yapılmış kalın bir surla korumaya başladılar. Bu tarihten itibaren Eski İzmir’in bir kent devlet kimliği kazanmış olduğu söylenebilir. Kenti ‘Basileus’ adı verilen bir beyin idare ettiği olasıdır. Göçleri gerçekleştirenler ve kent ileri gelenleri soylu tabakayı oluşturuyordu. Kent duvarları içinde yaşayan nüfus olasılıkla bin kişi civarındaydı. Geç Geometrik ve Subgeometrik seramikle açıklanan dönemde (M.Ö. 750-650) ise yarımadanın nüfusu daha kalabalık olup belki de 1500 kişiyi aşıyordu. Kent devlete ait halkın büyük bir bölümü civar köylerde yaşıyordu. Bu köylerde, bu çağdaki Eski İzmir’in tarlaları, zeytin ağaçları, bağları, çömlekçi ve taşçı işlikleri yer alıyordu. Geçimi tarım ve balıkçılıkla sağlanıyordu.
Kentin en önemli kutsal yapısı Athena Tapınağı idi. Bu tapınağın günümüze değin korunan en eski kalıntısı M.Ö. 725-700 yılları arasına tarihlenmektedir. Daha önceki dört dönemde (M.Ö. 1050- 750), büyük bit olasılıkla yine Tanrıça Athena’ya tapınılıyordu, ancak o tarihlerde kadın tanrıçanın heykeli herhalde küçük bir niş (naiskos) içinde bulunuyordu. Bilindiği gibi Homeros’un destanı İlias, Aiol ve İon lehçelerinin karışık olduğu bir dille yazılmıştır. Bu nedenle dünya tarihinin bu çok önemli destansı yapıtı büyük olasılıkla bu iki lehçenin konuşulduğu sınır bölgesi olan İzmir’de oluşturulmuştur. Nitekim Hellenistik dönem İzmirlileri Homeros için ‘Homeraion’ adlı bir yapı inşa etmişlerdir.
Parlak Dönem (M.Ö. 650-545)
Eski İzmir’in parlak dönemi M.Ö. 650-545 yılları arasına denk düşer. Yaklaşık yüz yıl süren bu süre, bütün İon uygarlığının en güçlü dönemini oluşturur. Bu dönemde Miletos’un liderliğinde Mısır’da, Suriye ve Lübnan’ın Batı kıyılarında, Propontis’te (Marmara Bölgesi), Pontus’ta (Karadeniz) koloniler kurulur ve Doğu Hellen dünyası kıta Yunanistan ile rekabet ederek birçok alanda ve konuda onun yerini almaya başlamıştır. Bu dönemde İzmir’in tarımcılıkla yetinmeyip Akdeniz ticaretine de ortak olduğunu görmekteyiz. Bu dönem katlarında bulunan Fenike kökenli eserler, Kıbrıs kökenli heykel ve heykelcikler, Ön Asya ya da Akdeniz orijinli fayans figürcükler bu uluslararası ticaretin günümüze kalmış eserleridir.
Parlak dönemin İzmir’deki önemli belirtilerinden biri M.Ö. 650’den beri yazının yaygınlaşmaya başlamasıdır. Kadın tanrıça Athena’ya sunulan armağanların birçoğunda sunu yazıtları bulunmaktadır. Kent halkının sayısı fazla olmasa da bir bölümü okuryazardır. Kazılarda ortaya çıkarılan Athena Tapınağı (M.Ö. 640-580) Doğu Hellen dünyasının en eski mimarlık eseridir. En eski ve en güzel sütun başlıkları şu ana kadar İzmir’de bulunmuştur. Samos, Miletos, Ephesos, Erythrai ve Phokaia’da çıkarılan sütun başlıkları M.Ö. 6. Yüzyılın ikinci yarısından (M.Ö. 575-550) tarihinden önce değildir. Helken sanatının en özgün mimarlık öğeleri olan Aiol ve İon türü başlıklar ile İon ve Lesbos biçimi kymationlar (yaprak ya da yumurta şekilli mimarlık süslemesi) doğuşlarını Eski İzmir’de gün ışığına çıkan ve büyük ölçüde Anadolu Hitit sanatından esinlenmiş olan bu başlıklara borçludurlar.
Hellen Dünyasının çok odalı ev tipinin en eski örneği Eski İzmir de bulunmuştur. Gerçekten M.Ö. 7. Yüzyılın ikinci yarısında yapılmış olan iki katlı, beş odalı, ön avlulu çifte megaron, Hellenlerin bugün için bilinen, bir çatı altındaki en eski çok odalı evdir. Ondan önceki Yunan evleri yan yana dizilmiş megaronlardan oluşuyordu. Eski İzmir’in cadde ve sokakları daha 7. yy’ın ikinci yarısında ızgara planlı idi, caddeler ve sokaklar kuzeyden güneye ve doğudan batıya uzanıyor, evler genellikle güneye bakıyordu.
İlerde M.Ö. 5. yüzyılda Hippodamos tipi adını alacak olan bu kent planı özünde Yakın doğuda çoktan biliniyordu. Bayraklı şehir planı bu tür kent dokusunun Batı dünyasındaki en erken örneğidir. İon uygarlığının en eski parke döşeli yolu Eski İzmir’de gün ışığına çıkarılmıştır.
Hellen dünyasının en eski sivil mimarlık eseri Eski İzmir’de 7. Yüzyılın ilk yarısında yapılmış olan güzel taş çeşmedir. Bir zamanlar Yamanlar Dağı üzerinde yükselen Tantalos mezarı, tholos biçimli anıtsal mezarların güzel bir temsilcisidir. Tantalos tümülüsünün mezar odası adı geçen çeşmenin planında idi ve onun gibi Isopata tipi adını taşıyan yapı türünde idi, yani planı dörtgendi ve üstü bindirme tekniğindeki bir tonozla örtülü bulunuyordu. Tantalos mezarı adı ile anılan bu anıtsal eser Eski İzmir’de M.Ö. 520-580 tarihlerinde yönetimi elinde tutan basileusun ya da tyranın mezarı olmalıdır.
Eski İzmir’de, çömlekçi işlikleri, arkeoloji literatüründe ” Oryantalizan” ya da “Friz Stili” adı ile anılan seramik türünün güzel örneklerini üretiyor, taşçı ustaları mimarlık eserlerinden başka anıtsal boyda heykeller ve heykelcikler yontuyor ve bütün bu sanat yaratılarının bir bölümü dış pazarlara sürülüyordu.
Bilindiği gibi M.Ö. 6. Yüzyılın ilk yarısında o zamanki antik dünyanın kültür merkezi Batı Anadolu idi. Özellikle Miletos’a tarihte ilk defa batıl inançlardan ve her çeşit din etkisinden kurtulmuş, özgür düşünceye dayalı bilimsel araştırmalar başlamıştı. Doğu dünyasının zengin bilgi ve deneyim hazinelerinden yararlanarak ve özellikle özgür düşünce yöntemiyle Thales, Anaximenes ve Anaximandros gibi `doğa filozofları’ bugünkü Batı uygarlığının temellerini atmışlardı. Thales dünyada ilk defa bir doğa olayını, M.Ö. 28 Mayıs 585 tarihinde olagelen güneş tutulmasını oluşundan önce hesaplamıştır. Böylece kültür ve bilim alanında tarihin başlangıcından beri 2500 yıl boyunca Mezopotamya ve Mısır’ın elinde olan önderlik, Batı Anadolu’ya geçmiştir. Batı Anadolu bu önderliğini İranlıların Anadolu’yu işgal ettikleri 545 yılına değin korumuştur. Ancak İran işgali ile filozoflar, bilim adamları ve sanatçılar Atina’ya göç edince kültür ve ilim alanındaki önderlik Atina’ya geçmiştir.
Miletos, Ephesos, Samos gibi İzmir de 6. yüzyılın başlarında büyük olasılıkla düşünce ve bilim alanında önde gelen kentlerden biriydi. Ancak Eski İzmir M.Ö. 640-545 tarihlerinde döneminin en ileri kültür merkezlerinden biri olduğu halde daha sonraları önemini yitirdiği için, çalışmalarda eskisi hızını kaybetmişti. Eski İzmir’in edebiyat, şiir,tarih,felsefe ve bilim konularında ne düzeyde olduğu hakkında yeterli bilgi mevcut değildir. Mimarlık konusunda ise önemli bir merkezdi.
ESKİ İZMİR’ İN LYDIA KRALI ALYATTES VE PERSLER TARAFINDAN ALINIŞI
Herodotos, Eski İzmir’i Lydia kralı Alyattes’in aldığından bahseder. Kazılarda da bu olay M.Ö. 500 sıralarına tarihlenir. Kent ve Athena tapınağı tahrip olsa da İzmirliler M.Ö. 590 yıllarında tapınağı tekrar inşa ederler. Daha sonra Persler tarafından 6. Yüzyılın ortalarında ele geçirilen kent bu olayla birlikte parlak devrini tamamlar. Bu tarihten sonra Athena tapınağına hediye edilmiş hiçbir armağan bulunamaması da bu tahribatın önemli göstergelerinden birisidir.
Gerileme Dönemi (M.Ö. 500-300)
Hellenistik Dönem’de ve Roma Çağı’nda İzmir (M.Ö. 333-M.S. 395)
Athena Tapınağı M.Ö. 545 tarihlerinde terkedilmişse de yerleşim sürmüş, ancak bundan sonra 200 yıl kadar bir süre eski İzmir önemini ve işlevini yitirmiştir. M.Ö. 5. yüzyıl boyunca küçük ancak zengin bir yerleşmenin yer aldığı Bayraklı Höyüğü M.Ö. 5. yüzyılın sonunda ve özellikle 4. yüzyıl süresince yoğun bir iskana sahne olmuştur. Bu dönemde, ortalarında büyük avlular olan biri 5, biri 8 ve diğeri 15 odalı olmak üzere üç ev gün ışığına çıkarılmıştır. Bunların, kenti idare eden ve muhtemelen dönemlerindeki Pers etkisine uyarak yakın civardaki Larissa’da olduğu gibi, birer tyran olan beylere ait olmaları akla yakın gelmektedir. Nitekim Yamanlar Dağı’nda hala kısmen korunmuş olan ve önemli kişilerin mezarları olması gereken düzgün krepisli birkaç 4. yüzyıl tümülüsü bu düşünceyi desteklemektedir.
Söz konusu merkezi avlulu büyük üç evden başka birçoğu megarondan bozma dörtgen planlı küçük evler bulunmuştur. Bayraklı höyüğünün bütün üst düzeyinin 4. yy. boyunca evlerle kaplı olduğu söylenebilir. Öyle anlaşılıyor ki Anadolu’daki Pers işgali 4. yüzyılda gücünü yitirmiş ve İon kentlerinin büyümesine neden olmuştur. Meydana gelen nüfus patlaması ile yüz dönümlük Bayraklı Höyüğü, İzmirlilere küçük geldiğinden M.Ö. 300 tarihlerinde Pagos eteklerinde yeni İzmir kenti kurulmuştur.
Büyük İskender’in İssus’ta Dareios’u yenmesinden (M.Ö. 333) ve arkasından bütün doğuyu ele geçirmesinden sonra Hellen dünyası büyük bir refah çağına erişti. Kentler nüfus patlamalarına sahne oldu. Hellenistik Dönem’de İskenderiye, Rodos, Bergama ve Efes kentlerinden her biri 100 binin üstündeki bir nüfusa eriştiler. Küçük bir tepeciğin üzerinde kurulmuş olan eski İzmir kentinin duvarlarının içinde yalnız birkaç bin kişi yaşayabiliyordu. Bu nedenle en geç M.Ö. 300 sıralarında Kadifekale’nin eteklerinde, yeni büyük bir kent kuruldu.
Tarihçi Strabon, Smyrna’nın kendi zamanında yani M.Ö. 1. yüzyıla geçiş sırasında en güzel İon kenti olduğunu belirtmektedir. O dönemde kentin küçük bir bölümü Pagos’un üzerindeydi. Büyük bölüm ise düz arazi üzerinde bulunan liman çevresine toplanmıştı. Ana tanrıçanın tapınağı ile gymnasion da bu hat üzerinde yer alıyordu. Caddeler düzdü ve tamamı büyük taşlarla düzgün bir biçimde kaplanmıştı. Aristeides, kentin doğu-batı yönünde uzanan iki ana yolunun (Kutsalyol ve Altınyol) bulunduğunu ve bu yollarla kentin, denizden gelen esinti ile serinlediğini anlatmaktadır. Strabon İzmir’de Homereion olarak adlandırılan bir stoanın varlığından söz eder (belki de bir perystil ev). Bu evin içinde Homeros’un bir heykeli bulunuyordu.
Roma Çağı’nda İzmir’de inşa edilen yapılar arasında, Pagos dağının kuzeybatı eteğinde olan tiyatro ve batıdaki stadyumun her ikisinden de pek az iz kalmıştır. Diğer taraftan Devlet Agorası ise oldukça iyi korunmuştur. Agoranın, ölçümü 120×80 metre uzunluğunda olan geniş bir avlusu vardı. Doğusunda ve batısında birer stoası vardı. Her iki yapı 1 7,5 m. olup ikişer katlıydı. Ayrıca 28 m. uzunlukta bir bazilika da mevcuttu. M.Ö. 1. yüzyılda Romalıların egemenliğine giren İzmir ikinci kez altın dönemini yaşamaya başlar.
İncil’de sözü edilen “Yedi Kiliseler” topluluğundan birisinin bulunduğu Smyrna Hıristiyanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynar. İzmir’in ilk başpiskoposu olan St.Polycarp, havari ve İncil yazarı St. John’un ilk müridlerinden biridir. Yaklaşık M.S. 70 yılında Anadolu’da doğmuştur. St. Polycarp inancından ötürü 23 Şubat 155 tarihinde, İzmir Akropolü üzerinde bulunan stadyumda Romalılar tarafından yakılarak ölüme mahkûm edilmiştir. M.S. 395 yılında Roma İmparatorluğu ikiye bölününce, İzmir Bizans olarak bilinen Doğu Roma İmparatorluğunun bir parçası olur. Bizans döneminde Araplar, Selçuklular, Haçlılar ve Cenevizliler kenti ele geçirmek için birbirleriyle savaşırlar. Kenti ilk önce Araplar 672 yılında denizden zaptedip İstanbul’a yaptıkları akınlarda bir üs olarak kullanırlar. Türkler İzmir’i ilk kez 11. yüzyıl sonlarında Kutalmışoğlu Süleyman Şah komutasında ele geçirirler. Daha sonra Cenevizliler kenti Aydın Emir’i Umur Bey ele geçirinceye kadar kontrollerinde tutarlar. 1344 yılında Cenevizliler St. Peter Kalesini tekrar ele geçirirler. Cenevizliler aşağı kenti kontrollerinde tutarken Umur Bey yukarı kenti kontrolünde tutar. 14. yüzyılın ortalarında kale ve aşağı şehir Rodos Şövalyeleri tarafından ele geçirilir. 15. yüzyılın başında Moğollar kenti istila edip, St.Peter Kalesini yerle bir eder. 1422 yılında II. Murat kenti zapteder ve İzmir Osmanlı İmparatorluğunun bir parçası olur. Osmanlı İmparatorluğunun 1620 yılında yabancılara tanıdığı haklardan sonra İzmir İmparatorluğun en önemli ticaret merkezlerinden biri olur. 18. ve 19. yüzyıllarda kent Fransız, İngiliz, Hollandalı ve İtalyan tüccarların gözdesidir. Osmanlı İmparatorluğunda çok uluslu bir ticaret şehri olan İzmir I. Dünya Savaşından sonra 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu tarafından işgal edilir. Bu işgal 9 Eylül 1922 yılında sona erer. Ancak, İzmir 13 Eylül sabahı tarihinin belki de en büyük felaketlerinden birini yaşamaktan kurtulamaz. Basmane semtinde başlayan yangın 2.600.000 metrekarelik bir alanda 20.000’den fazla ev ve işyerini tahrip eder. Bu yangın ne yazık ki kentin dörtte üçünü tahrip etmiştir. Fakat yeni kurulan Türk Cumhuriyeti ile birlikte İzmir zümrütü anka kuşu gibi kendi külleri içinden yeniden doğar.
KAYNAK: İZMİR İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ