31 Ekim 2024
Şehirler ve İlçeleri

AMASYA ADI NEREDEN GELİYOR

KAYNAK: Amasya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Eskiçağda bir çok Anadolu şehrinin kurucu (ktistes) tanrısı veya kahramanının olduğu bilinmektedir. Bu mitolojik kuruluş Amasya için de geçerlidir.

Roma İmparatoru Septimius Severus (M.S. 193-211) dönemine ait bir Amasya sikkesi üzerinde yer alan ERMHC  KTICAC  THN  POLIN yazıtından hareketle Hermes’in Amasya kentinin kurucu tanrısı olduğu kabul edilmektedir.
Bu kısa açıklamadan sonra Amasya adının tarihçesine gelecek olursak; Hitit belgelerine göre Amasya’nın bilinen ilk adının Hakmiş [Khakm(p)is] olduğu sanılmaktadır. Bu isimin Perslerin Amasya’yı fethine kadar devam ettiği değerlendirilmektedir.
Amasya’nın Mitridates Krallığı Dönemi’ndeki adı “Amasseia” dır. Özellikle M. Ö. II. yüzyıldan itibaren darp edilen Amasya şehir sikkelerinde AMASSEİA ibaresi açıkça görülmektedir. Zaten coğrafyacı Strabon’da Amasya için Amaseia sözcüğünü kullanmaktadır.
Amaseia sözcüğü, “Ana” anlamına gelen ve özellikle “Ana Tanrıça” yı kasteden ‘Ama’ ve onun çeşitlemesi olan ‘Mâ’ ibaresi ile bağlantılıdır. Bundan hareketle denilebilir ki Amaseia “Ana Tanrıça Mâ’nın şehri” anlamına gelmektedir.
Ana Tanrıça Mâ, Perslerin Anadolu’yu fethinden sonra tapımı yaygınlaşan doğu kökenli bir tanrıçadır. Aynı zamanda bu tanrıça Mitridates ve Kapadokya’nın yerel tanrıçasıdır. Amaseia sözcüğü de Persler zamanındaki asıl söyleniş şeklinin Hellen ağzına uydurulmuş biçimidir.
Roma döneminde Amaseia adı fazla bir değişikliğe uğramadan AMACIAC (Amasia) olarak kullanılmıştır. Örneğin, İmparator Septımıus Severus, Caracalla ve Severus Alexander döneminde darp edilmiş Amasya şehir sikkelerinde AMACIAC adını görmekteyiz.
Bizans Devri’nde de Amasia adının değişmeden devam ettiği bilinmektedir.
Amasya’nın adı Danişmendliler zamanında ise bazen Amasiyye, bazen de Şehr-i Haraşna olarak anılmıştır.
Selçuklu, İlhanlı, Beylikler ve Osmanlı İmparatorluğu döneminde de Amasya adı herhangi bir değişikliğe uğramadan günümüze kadar gelmişti

Şehrin adı çok eski devirlerden kalmış ve eski biçimini hemen hiç değiştirme­miştir. Helenistik çağda da Amaseia di­ye bilinirdi. Avrupalı tarihçilerden Maspero ve Morgan’a göre, Hitit konfede­rasyonunu meydana getiren on üç hü­kümetten biri de Amasit’ti. Amasya ka­lesi ve dolayları da bu hükümetin tah­kimli merkeziydi. Çok savaşçı olan Amasitler’ın kadınları silâh kullanmakta çok ustaydı ve tarihte Amazonlar diye ün salmışlardı. Şehrin adının da bura­dan geldiği öne sürülür.

    AMASYA’DA KAÇAK KAZILAR!

Amasya’da belki de Türkiye’nin hiç bir yerinde olmadığı kadar çok kaçak kazı yapılmış. Eline kazmayı alan define bulma umuduyla Amasya’nın toprağını, taşını kazmış durmuş. “Bu kazılar boş işler” demeyin; kaçak kazılarda altın testiler, heykeller, sikkeler ve kocama şehirler bile bulunmuş. Mesela Amasya merkezdeki bir kaçak kazıdan altın testi çıkmış. Bu testi, bugün Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesinde durmaktadır.

HİTİTLER VE AMASYA

Hittitler denilince az çok tarih bilen herkesin aklına Çorum ve Ankara geliyor. Ancak bir dönem büyük bir kuraklık yaşanmış ve Hitit kraliyet ailesi Amasya’ya göçmüş. Bugün Doğantepe denilen yerde yerleşmişler. Burada yapılan kazılarda ortaya çıkan sivri külahlı Teşup heykelciği ise paha biçilemez bir eser. Hatta 1990’larda bir kadın onu yurt dışına kaçırmaya çalışırken yakalanmıştı.

ROMANTİK PAŞA!

Amasya’dan ne paşalar, ne şehzadeler, ne sultanlar geçmiş.. Dünyanın en ünlü coğrafyacısı Strabon Amasyalı, dünyanın en ünlü cerrahlarından biri Şerefettin Sabuncuoğlu da Amasya’lı, Kanuni ve Beyazıt gibi sultanlar da bu şehirde geçirdi gençliğini…

On altıncı yüzyılda yani Kanuni döneminde yaşamış olan Ziya Paşa, Amasya valisi olmuş ve orada geçirdiği dönem için şu dizeleri yazmış:

“Zannetme ben, Amasya’da paşalık eyledim /Gördüm fakir halkını babalık eyledim”

Tarihçe

 Amasya’daki ilk yerleşmeler mevcut bilgilerimiz ışığında Kalkolitik Çağa (M.Ö. 5500-3000) kadar uzanmaktadır. Kuşkusuz Amasya’nın tarihi Kalkolitik Çağla sınırlandırılamaz. Bu nedenle denilebilir ki Amasya’nın tarihi de Anadolu’nun tarihi kadar eskidir fakat bunu somut temellere oturtabilmek için yoğun arkeolojik kazılar ve bilimsel araştırmalar yapmak gerekecektir.

 Amasya sınırları içerisinde Kalkolitik Çağa ait önemli bazı yerleşmeler arasında Amasya merkez Ovasaray köyü Hamam Tepesi höyüğü, Sarımeşe köyü Künbet höyük ve Ayvalıpınar köyü Ayvalıpınar höyüğü ile Suluova ilçesi Kanatpınar köyü Devret höyük ve Deveci köyü Yoğurtçu Baba höyükleri sayılabilir.

İlk Tunç Çağında da (3000-2500) Amasya’da yoğun bir yerleşmenin olduğu bilinmektedir.  Bu dönem höyüklerine Amasya merkez Yassı höyük (Oluz höyük), Gümüşhacıköy ilçesi Sallar höyük, Merzifon ilçesi Hayrettin köyü Delicik Tepe höyüğü, Göynücek ilçesi Gediksaray höyük, Alakadı köyü Türkmenlik Tepe höyüğü ve Merzifon ilçesi Kayadüzü höyük örnek verilebilir.

            Amasya, Orta Tunç Çağında (M.Ö. 2500-2000) Mezopotamya yazılı belgelerinde “Hatti Ülkesi”  olarak bilinen uygarlığın sınırları içerisinde kalmıştır. M.Ö. 2500-2000 tarihleri arasında Anadolu’da güçlü bir uygarlık kurmuş olan Hattilere ait önemli yerleşmelerden biri de Amasya Merkez ilçeye bağlı Mahmatlar Höyüğüdür.   

            Mahmatlar Höyük 1949 yılında ne yazık ki defineciler tarafından kaçak kazılar sonucu tahrip edilmiştir.  Burada bulunan eserler daha sonra resmi makamlarca ele geçirilmiş olup altın, gümüş ve bronzdan oluşan bu eserler Hatti uygarlığının önemli yapıtlarındandır.

            Hatti egemenliğine Hititler  tarafından son verilmesi üzerine Amasya şehri Hititlerin egemenlik sahasında kalmıştır. Kendilerini Nesice konuşanlar anlamına gelen Nesili sözcüğü ile adlandıran Hititler Anadolu’da büyük bir siyasi birlik kurmuşlardır.  Amasya şehri de bu dönemde Hititlerin sınırları içerisinde kalmıştır.

            Hititlerin Amasya’daki önemli yerleşim yerlerinden biri Amasya merkezDoğantepe (Zara) beldesidir. Bu beldede  bulunmuş olan ve  M.Ö. 1400-1200 yılları arasına tarihlendirilen Hitit fırtına tanrısı teşup’a ait olan bronz heykel günümüze intikal etmiş önemli Hitit eserlerindendir.

Hititler,  içinde bulundukları kuraklık ve kıtlığın etkisiyle yaşadıkları bunalımlı bir dönemde, bir görüşe göre Karadeniz dağlarının kavgacı insanları Kaşgaların diğer bir görüşe göre ise, içinde Friglerin de bulunduğu ve Balkanlardan Anadolu’ya gelen bazı kavimlerin  akınları sonucunda M. Ö. 1190 tarihi civarında egemenliğini yitirmişlerdir. Bu yıllarda meydana gelen yıkım, talan ve katliamlar sonucunda Amasya’nın da içinde bulunduğu orta Anadolu’da Karanlık Çağ olarak adlandırılan bir dönem başlamış ve 400 yıldan fazla devam eden bu süreç hakkında elde fazla bilgi bulunmamaktadır.

M. Ö. 750 den sonra Siyasal bir güç olarak tarih sahnesine çıkmış olan Frigler kral Midas döneminde (M.Ö. 725-695/675) sınırlarını genişletmiş ve bunun sonucunda Amasya yöresi de Friglerin egemenlik sahası içerisinde kalmıştır.

Frigler M.Ö. 676 yılında Kafkaslar üzerinden gelen Kimmerler’in şiddetli saldırıları karşısında dayanamayarak kısa sürede güçlerini kaybetmiş ve yıkılma sürecine girmiştir.

Kimmerler; bu dönemde Anadolu’da yer alan güçlü devletler karşısında bir tehdit unsuru olmuş ve sanatsal açıdan ilişkide bulundukları toplumları etkilemişlerdir. Kimmerler, Karadeniz bölgesinde yayılmış ve bu dönemde Amasya ve civarı Kimmerlerin egemenlik alanı içerisinde kalmıştır.

Amasya’da Kimmerler devrine ait fazla eser olmamakla birlikte  Gümüşhacıköy ilçesi İmirler köyündeki bir kurgandan  çıkarılarak Amasya Müzesine getirilen  madenî savaş aletleri bu döneme ait eserlerdendir.

Anadolu tarihinde M.Ö. 675-585 arası önemli bir güç olarak varlığını hissettiren Kimmerler ve İsikitler, daha sonra yavaş yavaş etkinliğini yitirmişlerdir.

Kimmerlerin yaşadığı çağda İskitlerde tarih sahnesinde görülmektedir. Zaten Herodot’un da ifade ettiği gibi; İskitler genellikle Kimmerlerin yerleşim yerleri üzerine yerleşmişlerdir. Bu nedenle Amasya ve civarındaki Kimmer egemenliği sonrasında İskit egemenliği görülür.

Anadolu’daki iki büyük  güç olan Lidya ve Med devletleri arasında beş yıl boyunca süren savaşın son bulması  üzerine, M.Ö. 585 yılında her iki güç arasında Kızılırmak sınır olarak kabul edilmiş ve bunun üzerine Amasya Pers egemenliğine kadar Medlerin sınırları içerisinde kalmıştır.

Kısa süren Med egemenliğinden sonra Amasya, M. Ö. 547/46 tarihinde Pers İmparatorluğunun kurucusu Kyros’un Lidya kralı Kroisos’u yenmesi üzerine Anadolu’nun büyük çoğunluğu gibi Pers idaresi altında kalmıştır.

Persler, fetihler yoluyla egemen oldukları yerleri toplam yirmi satraplık halinde taksim ederek buralara birer genel vali atamışlardır. Bu genel valiler,  tacın muhafızı anlamına gelen satrap sözcüğü ile adlandırılıyordu. Bu dönemde Amasya yaklaşık iki yüz elli yıl boyunca Kapadokya Satraplığı olarak bilinen bölgenin doğu sınırları içerisinde kalmıştır.

Bu dönemde, Sardes’ten başlayan ve Susa’da son bulan kral yolgüzergahının belli bir kısmı Amasya’nın da içinde bulunduğu Yeşilırmak ovasında geçmektedir.

M.Ö. 333 yılında meydana gelen İssus Savaşında;  Pers kuvvetlerinin Büyük İskender’in güçleri karşısında yenilmesi sonucunda, Amasya’nın da içinde bulunduğu Kuzey Kapadokya (Pontos) bölgesi dışında Anadolu’nun büyük bir kısmı Makedonya Krallığının egemenliğine girmiş ve böylelikle tarihte Hellenistik Çağ olarak bilinen ve Anadolu’da etkisini daha çok kültürel ve sanatsal boyutta hissettiren bir dönem başlamıştır. Bu dönem; özü itibariyle doğu ile batı inanç ve kültürlerinin sentezi olan bir dönemdir.

Büyük İskender’in erken ölümü üzerine (M.Ö. 323) Anadolu’da siyasi anlamda yeni bir süreç baş göstermiştir. Bu süreçte; Büyük İskender’in halefleri imparatorluğun birliğini sağlayamamış  ve   imparatorluk çeşitli krallıklara  bölünerek  dağılmıştır.

Bu gelişmeler yaşanırken M.Ö. 301 yılında Pers kökenli Mitridates Ktistes, Pontos Devletini kurarak Amasya’yı başkent yapmıştır.

Başkentin V. Mitridates Euergetes (150-120) döneminde Sinop’a nakledilmesine kadar uzun yıllar Pontos Devletinin başkenti olarak kalmış olan Amasya’da,  büyük bir imar faaliyeti başlamış ve özellikle Mitridates Eupator döneminde bu faaliyetle birlikte şehir bir kültür merkezi haline gelmiştir.

Bu dönemde; Pontos Devleti ile Roma İmparatorluğu arasında özellikle V. Mitridates zamanında  gelişen iyi ilişkiler, Mitridates Eupator döneminde (M.Ö. 111-63) tersine dönmüş ve bunun sonucunda uzun yıllar süren Mitridates savaşları  yaşanmıştır. En son M.Ö. 63 yılında Mitridates Eupator ile Romalı general Pompeius’un orduları arasında yapılan savaşta Eupator’un yenilmesi üzerine Amasya Roma askerleri tarafından işgal edilerek tahrip edilmiştir.

Pompeius, Mitridates’e  karşı kazanmış olduğu bu zaferden sonra Pontos devleti egemenliğine son vererek  Pontos’un topraklarını Bithynia bölgesiyle birleştirerekBithynia-Pontos Eyaletini oluşturmuştur.  Bundan böyle Amasya ve civarı  Roma egemenliği altına girmiştir.

Mitridates Eupator’un oğlu olan Kırım kralı II. Pharnakes, Roma İmparatorluğu içerisinde yaşanan iç savaşlar nedeniyle Pontos Devletinin eski topraklarını bir süre geri almayı başarmış fakat M.Ö. 47 yılında Zela (Zile) yakınlarında Caesar (sezar) komutasındaki Roma birlikleriyle yaptığı savaşta yenilmesi üzerine, Amasya’nın da içinde bulunduğu topraklar tekrar Roma egemenliğine geçmiştir.

Parthlar’ın Karia’ya kadar olan bölgeyi işgal etmeleri üzerine Roma İmparatoru Antonius komutanları aracılığıyla Parthlar’ı yenerek onları Anadolu’dan atmıştır. Bu olaydan sonra Anadolu’ya gelen Antonius, Parthlar’ın olası saldırılarını önlemek amacıyla kendi toprakları ile Parthlar arasında tampon bir bölge oluşturmak için bazı vasal krallıklar kurdurmuştur. M.Ö. 39 yılındaki bu gelişmeye göre; İçinde Amasya’nın da bulunduğu Pontos bölgesi II. Pharnakes’in oğlu Darius’a verilmiştir.

Amasya bu dönemde Pontos Galaticus bölgesinin Metropolis’i olup önemli bir şehir konumundadır. M.Ö. 25 yılında İmparator Augustus (M.Ö. 27 – M.S. 14) kendisine bağlı Provincia Galatia eyaletini kurarak bir çok bölgeyle birlikte Pontos Galaticus bölgesini de bu eyalete bağlamıştır. 

Roma İmparatorluğu döneminde eyalet statüsünde olan  Amasya, aynı zamanda eyaletler arası yol sisteminin de merkezi konumuna gelmiştir. Örneğin Galatya ve Kapadokya yolları Amasya’da son buluyordu.

Amasya’da İmparator Domitianus’tan (M.S. 81-96)  itibaren Severus Alexander (M.S. 222-235) dönemine kadar şehir sikkeleri darp edildiği de bilinmektedir. Bu sikkelerden bir çoğu günümüzde  Amasya Müze Müdürlüğü sikke koleksiyonunda yer almaktadır.

Amasya şehri; İmparator Diocletianus sonrasında Diospontus’un dinsel ve idarî merkezi durumuna gelmiş ve VIII. yüzyıldan itibaren ise Bizans’ın askerî vilâyetlerinden (thema) olan Armeniakon kaleleri arasında yer almıştır.

Büyük Selçuklu ordusunun 1071 Malazgirt savaşını kazanması üzerine Sultan Alparslan’ın mahiyetinde bulunan üst düzey komutanlar,  mahiyetlerindeki askerlerle birlikte Anadolu içlerine doğru akınlara başlamıştır. Bu akınlar sonucunda Anadolu’daki Bizans egemenliği sona ermiş ve kazanılan topraklarda, fetihleri yapan komutanlar Selçuklu Devletinin izniyle kendi içinde bağımsız beylikler kurmuşlardır.

Bu süreçte Amasya ve civarı Danişmend Ahmet Gazi tarafından fethedilerek bölgede Türk egemenliği dönemi başlamıştır. Bu dönemde Anadolu’ya gelmiş olan haçlı ordusuna karşı Selçuklu Sultanı Kılıç Arslan ile Danişmend Ahmet Gazi komutasındaki birliklerin Amasya-Merzifon arasında 5 ağustos 1101 günü yapmış olduğu savaş sonucunda haçlı ordusu bozguna uğratılmıştır.

Danişmendlilerin yaklaşık yüzyıl süren egemenlik dönemi Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’ın 1175 yılında Amasya’yı ele geçirmesiyle  sona ermiştir. Böylelikle Amasya şehri ve civarı Selçuklu egemenliği altına girmiştir.

II. Kılıç Arslan uzun süren saltanatı sırasında Selçuklu Devletini on bir oğlu arasında paylaştırmış (1185/1186) ve bu paylaşım sırasında Amasya Nizameddin Argunşah’ın hissesine düşmüştür.  Nizameddin Argunşah’ın kardeşi II. Rükneddin Süleymanşah’ın (1196-1204) Selçuklu saltanatını ele geçirmesi üzerine bir çok yöre gibi Amasya’da bu sultana bağlı bir il haline gelmiştir.

Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubad, Moğolların bir tehdit unsuru haline gelmesi üzerine olası bir Moğol saldırısına karşılık komşusu Harezm beylerinin deneyimlerinden yararlanmak amacıyla bazı illeri onlara timar (dirlik) olarak vermiştir. Amasya bu dönemde timar olarak Bereket Han’a verilmiştir (1231).

Sultan Alaaddin Keykubad (1220-1237) sonrasında ülkenin iyi yönetilememesi Selçuklu Devletinde bazı toplumsal olayların meydana gelmesine neden olmuştur. 637H./1239M. tarihinde meydana gelen ve merkezi Amasya olan Babaîler Başkaldırısı bu dönemde görülen önemli toplumsal hareketlerin başında gelmektedir.

Baba İlyas Horasanî önderliğinde başlayan bu başkaldırıda, Baba İshak Kefersudî  hareketin pratik sürecini Kefersud köyünden başlatmış ve bu başkaldırı süresince yaşanan gelişmelerde Amasya önemli bir tarihi  mekan olarak olaylara tanıklık etmiştir.

Selçukluların resmi tarihçisi İbn-i Bibi bu olayı kendince naklederken Babaîlerin Amasya’ya gelişini; “…Amasya’ya geldiklerinde kuvvet ve kudretlerinin ışığı her tarafı tutmuştu…”

Satırlarıyla ifade eder.

Başkaldırının büyüyerek yayılması ve katılımın çok  olması sonucu, Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev (1237-1246) ihtiyaten Kubadabad kalesine çekilir ve bu sırada Amasya Subaşılığına atanan Hacı Armağanşah hareketin bastırılması için görevlendirilir. 

Sonuçta kanlı bir şekilde bastırılan Babaîler Başkaldırısının önderi Baba İlyas, Hacı Armağanşah tarafından  tekkesinde ele geçirilerek  Amasya Kalesi burçlarına astırılır.

            Selçuklu Devleti’nin 1243 Kösedağ Savaşında Moğollara yenilmesinden sonra Anadolu’nun neredeyse her yanı yağmalanmaya başlanmış ve Selçuklu Devleti yarım yüzyılı geçkin bir süre Moğollar tarafından sömürülmüştür. Bu yağma ve sömürü ortamında doğallıkla Amasya’da etkilenmiştir.

Anadolu’yu işgal etmiş olan Moğollar daha çok  Amasya’nın da içinde bulunduğu Orta Anadolu Bölgesine yerleşmişlerdir. Bu yerleşenlere genellikle Tatar adı verilmektedir. Bu dönemde Amasya’ya yerleşenler ise daha çok sol kol oymakları olarak da bilinen Ca’unğar oymaklarıdır.

İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han’ın 1335 yılında ölümü sonrasında, İlhanlıların Anadolu genel valisi bulunan Sultan Alaeddin Eratna bağımsızlığını ilan ederek Eratnalılar Devletini kurmuş ve bu gelişmeler  sonrasında ise Amasya 742H./1341M. tarihinde Eratnalıların egemenliği altına girmiştir.

Amasya aynı yıl merkezi Niksar olan Taceddinoğulları Beyliği tarafından işgal edilmiş, bir süre bu işgale ses çıkarmayan sultan Eratna, Mısır Memlûklu sultanı Melik Nâsır’ın himaye ve desteğini sağladıktan sonra  işgalciler üzerine emirlerinden Tüli Bey’i göndermiş ve bunun üzerine Tüli Bey Amasyalıların da yardımıyla Amasya ve çevresini Taceddin Doğanşah’ın elinden alarak bu işgale son vermiştir.

Bu dönemde; Zeyneddin Tüli Bey Amasya Emirliği yapmış onun ölümünden  sonra ise 747H./1347M. yılında Hacı Kutluşah Amasya Emirliği görevine getirilmiştir. Sonrasında ise Hacı Kutluşah’ın büyük oğlu Şahabeddin Ahmet Şah 753H./1352M. ortalarında Amasya Emiri olmuş, 757H./1356M. yılında ise, Emir Kebir Şücaaddin Süleyman Bey Amasya Emirliğini  zorla ele geçirmiş, ondan da tekrar Şahabeddin Ahmet Şah 759H./1358M. tarihinde Amasya Emirliğini geri almıştır.

760H./1359M. yılında Amasya Emirliği görevine Hacı Kutluşah’ın diğer oğlu Hacı Şadgeldi Paşa getirilmiş ve 762H./1361M. yılında ise, eski Amasya Emiri Şücaaddin Süleyman Bey’in oğlu Alaaddin Ali Bey Amasya Emiri olur. Fakat Kaynar Vakıasından sonra 763H./1362M. tarihinde Hacı Şadgeldi Paşa ikinci kez Amasya Emiri olarak tarih sahnesinde görülür.

Sultan Eratna’dan sonra devleti yöneten sultanların zayıf olmaları ayrıca zevk ve sefaya düşkünlükleri devlet otoritesinin sarsılmasına ve görev yapan idarecilerin bağımsızlık fikrine kapılmalarına yol açmıştır. Bu yıllarda Amasya Emiri Hacı Şadgeldi Paşa da, kendi başına buyruk hareket etmeye başlamış  ve daha sonra ise beyliğini ilan etmiştir.

Şadgeldi Paşa döneminde Amasya’da kayda değer imar faaliyetleri görülür. Bu dönemde; 764H./1363M. tarihinde Amasya Kalesi onarılır ve eski darphane yenilenir ayrıca Amasya’da büyük bir kağıt fabrikası yaptırılır. Bu faaliyetlerle birlikte 773H./1372M. tarihinde yapımı biten cami, medrese ve imaretten oluşan bazı yapı birimlerinin de yaptırıldığı bilinmektedir.

Eratna Devleti naibi Kadı Burhaneddin ile 1381 yılında yaptığı savaşta hayatını kaybeden Hacı Şadgeldi Paşa’dan  sonra oğlu Fahrettin Ahmet Bey Amasya Emirliği görevini üstlenmiştir.

Fahreddin Ahmed Bey de babası gibi Kadı Burhaneddin ile devamlı bir mücadele içerisinde olmuş fakat bu mücadelelerden bir sonuca varamamış olması nedeniyle başka bir sancağa karşılık Amasya’yı Osmanlılara vermeyi teklif etmiş, bunun üzerine 795H./1393M. tarihinde şehzade Çelebi Mehmed komutasındaki Osmanlı ordusunun Amasya’ya gelmesi üzerine şehir Osmanlı idaresine girmiştir.

15. yüzyılın başında Timur’un Anadolu’yu işgal etmesi ve  büyük yıkımlar yapmaya başladığı süreçte Amasya da Timur’un askerlerince kuşatılmış ve bu kuşatma yedi ay boyunca devam etmiştir.

Yıldırım Bayezid’in  Ankara Savaşında (1402) Timur’a yenilerek esir düşmesi ve sonrasında şehzadeleri arasında meydana gelen taht kavgaları üzerine Fetret Devri olarak bilinen bu dağılma sürecinde Osmanlı birliğini sağlamaya çalışan ve bunda da başarılı olan Çelebi Sultan Mehmet, bu mücadele yıllarında Amasya’yı kendisine merkez edinmiştir.

1402 yılında Yakut Paşa’nın Amasya Emiri olduğu dönemde, Timur tarafından  Kara Devletşah Amasya’ya emir olarak atanmış, fakat Kara Devletşah Amasya halkı ve ileri gelenlerince zalim bir insan olarak bilindiğinden onun emirliği tanınmamış ve şehre girmesine izin verilmemiştir. Bunun üzerine Kara Devletşah Kağala/Hakala köyünde konaklamış ve burada şehrin diğer kısımlarına hükmetmiştir.

Çelebi Sultan Mehmet, Kara Devletşah’ın bu şekilde hareket etmesine karşılık onunla savaşarak bozguna uğratmış ve Kara Devletşah savaş meydanında öldürülmüştür.

Osmanlılar devrinde Amasya, 15. yüzyılın ilk yarısından itibaren şehzadelerin görev yaptığı bir sancak ve aynı zamanda Eyalet-i Rum’un da merkezi konumundadır.

Amasya, Yörgüç Paşa’nın Beylerbeyi olduğu dönemde (1422/1435); Sivas, Tokat, Çorum ve Samsun sancaklarından müteşekkil bir vilayet olup, bu dönemde Amasya’ya “Rumiyye Vilayeti” deniliyordu.

Bu dönemde Amasya ve civarında Kızıl Koca Oğulları namıyla bilinen ve mevcut sistemin disiplini altına girmemiş olan bir Türkmen topluluğunun ortaya çıktığı ve bu topluluğun yörede haramilik-eşkıyalık yaptığı, Yörgüç Paşa’nın ise bazı hileler ile bu grubu ve ele başlarını kandırarak Amasya’ya bir ziyafete davet ettiği ve bu davet sonunda hepsini yakalatarak kılıçtan geçirdiği, kaçarken yakalananları ise Amasya’daki mağaralara hapsedip saman buğu ile öldürttüğü bilinmektedir.

Osmanlılar devrinde Amasya’da görülen önemli olaylardan biri de tarihte Celalî İsyanları olarak bilinen toplumsal olaylardır. Özellikle 16. yüzyılda yaşanan bu olaylarda celalî grupları daha çok içinde Amasya’nın da bulunduğu Yeşilırmak havzası içerisinde hareket etmişlerdir. Bu dönemde Amasya’da büyük kargaşalar yaşanmıştır.

Bu isyanlar içerisinde özellikle Amasya Sancak Beyliği de yapmış olan Urfalı Kara Yazıcı Abdülhalîm’in yaşattığı kargaşa Amasya’da meydana gelmiş önemli olaylardandır. 1011H./1603M. tarihinde yaşanan bu olaylarda Kara Yazıcı Abdülhalîm’in taraftarları Amasya yakmışlardır. Bu talan hareketi öylesine şiddetli bir şekilde yaşanmıştır ki, bu sırada Amasya eşraf ve âyânı servetleriyle birlikte kral mezarları içerisine sığınmak zorunda kalmıştır.

Amasya, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde önemli olan bir antlaşmaya da tarihi mekan olmuştur. 1555 yılı nisan ayı sonunda yapılmış olan ve tarihte Amasya Antlaşması olarak bilinen bu antlaşma İran-Safevî Hanedanıyla yapılmış ilk ve önemli antlaşmalardan biridir. Bu sırada Kanunî Sultan Süleyman Amasya’da ikamet etmektedir.

Osmanlı tarihine yön veren bir çok şehzadenin  Amasya’da yetişerek görev yapmış olması  nedeniyledir ki, Amasya Osmanlı tarihinde “şehzadeler şehri”  olarak meşhur olmuştur. Bu şehzadeler arasında; Çelebi Sultan Mehmet, II. Murat, Fatih Sultan Mehmet ve II. Bayezid gibi sonradan padişah olmuş olanlarda vardır. Ayrıca, Amasya’da görev yapmış ve burada ölmüş bazı şehzadeler de bilinmektedir. Bu şehzadelerden bazılarının türbeleri yakın geçmişe kadar ayaktayken günümüzde mevcut değildir.

 Osmanlılar tarafından fethedildiği tarihten itibaren  şehzadelerin tahtgâhı olan Amasya, Şehzade Bayezid’in 967H./1559M. tarihinde İran’a firar etmesinden sonra şehzade (çelebi sultan) sancaklığından çıkarılmış ve bu tarihten sonra Amasya’da hiçbir şehzade görevde bulunmamıştır.

Celalî İsyanlarının bastırılması sonrasında Amasya’da Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar kayda değer bir hareketliliğin yaşanmadığı bilinmektedir.

I. Dünya savaşı sonrasında İtilâf Devletleri tarafından Osmanlı Devleti işgal edilmeye başlanmış ve bu sırada 19 Mayıs 1919 yılında bir umut ışığı olarak Samsun’a gelen Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları 12 Haziran 1919 tarihinde de Amasya’ya gelmiş ve 22 Haziran 1919 tarihinde Amasya Tamimi olarak bilinen kurtuluş genelgesini bütün yurda Amasya’dan ilân etmiştir.

Bu nedenle denilebilir ki, 1402 tarihinden sonra yaşanan Fetret Devrinde Osmanlı birliğini sağlamaya çalışan Çelebi Sultan Mehmet’e sağlam bir sığınak olan Amasya, ikinci fetret devri denilebilecek Ulusal Kurtuluş Savaşında da kurtuluş mücadelesinin önemli bir ilkesi olan “Ulusun bağımsızlığını ancak ulusun azim ve kararı kurtaracaktır”  kararının alındığı merkez olması açısından tarihi bir görev üstlenmiştir.

Bir yanıt yazın