26 Aralık 2024
Ören Yerleri

GÖBEKLİTEPE – ŞANLIURFA

    Göbeklitepe veya Göbekli Tepe, Şanlıurfa il merkezinin 18 km kuzeydoğusunda, Örencik köyü yakınlarında yer alan dünyanın bilinen en eski kült yapılar topluluğudur. Bu yapıların ortak özelliği, T biçimindeki 10-12 dikilitaşın yuvarlak planda dizilmiş, aralarının ise taş duvarla örülmüş olmasıdır. Bu yapının merkezinde daha yüksek boyda iki dikilitaş karşılıklı olarak yerleştirilmiştir. Bu dikilitaşların çoğu üzerinde insan, el ve kol, çeşitli hayvan ve soyut semboller, kabartılarak veya oyularak betimlenmiştir. Söz konusu motifler yer yer bir süsleme olamayacak kadar yoğun olarak kullanılmıştır. Bu kompozisyonun bir öykü, bir anlatım veya bir mesaj ifade ettiği düşünülmektedir. Hayvan motiflerinde boğa, yaban domuzu, tilki, yılan, yaban ördeği ve akbaba en sık görülen motiflerdir.[3] Bir yerleşim yeri değil, kült merkezi olarak tanımlanmaktadır. Buradaki kült yapıların tarım ve hayvancılığa yakın olan son avcı grupları tarafından inşa edilmiş olduğu anlaşılmaktadır.  Diğer anlatımla Göbekli Tepe, çevredeki oldukça gelişmiş ve derinlik kazanmış bir inanç sistemine sahip olan avcı-toplayıcı gruplar açısından önemli bir kült merkezidir.  Bu durumda bölgenin en erken kullanımının Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın (PPN, Pre-Pottery Neolithic) A evresine (MÖ 9.600-7.300), yani günümüzden en azından 11.600 yıl öncesine dayandığı ileri sürülmektedir. Bununla birlikte Göbekli Tepe’deki en eski faaliyetleri tarihlendirme olanağı şimdilik yok.  Fakat bu anıtsal yapılara bakıldığında Paleolitik Çağ’a kadar uzanan, birkaç binyıl daha eskiye, epipaleolitike kadar giden bir geçmişi olduğu düşünülmektedir. Göbekli Tepe’nin bir kült merkezi olarak kullanımının MÖ 8 bin dolaylarına kadar devam ettiği ve bu tarihlerden sonra terk edildiği, başka veya benzer amaçlarla kullanılmadığı anlaşılmaktadır.

    Bütün bunlar ve kazılarda ortaya çıkarılan anıtsal mimari, Göbekli Tepe’yi eşsiz ve özel yapmaktadır. Bu bağlamda UNESCO tarafından 2011’de Dünya Mirası geçici listesine alındı ve 2018’de kalıcı listeye girdi.

    Söz konusu dikilitaşlar, stilize insan heykelleri olarak yorumlanmaktadır. Özellikle D yapısı merkez dikilitaşlarının gövdesinde bulunan insan el ve kol motifleri, bu konudaki her türlü şüpheyi ortadan kaldırmaktadır. Dolayısıyla “dikilitaş” kavramı, işlev belirtmeyen yardımcı bir kavram olarak kullanılmaktadır. Esasen bu “dikilitaş”lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak betimleyen stilize tarzda yontulardır.

Buradaki kazılarda çıkartılan bazı heykel ve taşlar Şanlıurfa Müzesinde sergilenmektedir.

Popüler kaynaklarda “Tarihin sıfır noktası” nitelendirmesiyle de anılır.

KONUM VE ÇEVRE

Tepede ziyaret edilen bir yatır bulunması dolayısıyla yerel olarak ‘’Göbekli Tepe Ziyareti’’ olarak bilinen yükselti, yaklaşık 1 km uzunluğundaki bir kireç taşı plato üzerinde, 300×300 metrelik bir alanı kaplayan 15 metre yükseklikte bir tepedir. Platoda kült yapılarının yanı sıra taş ocakları ve işlikleri bulunmaktadır.

    Buluntuların ortaya çıkarıldığı alan, batısında sarp kenarlı bir sel yatağı bulunan, kuzeybatı-güneydoğu yönünde uzanan, aralarında hafif çökmeler bulunan, çapı 150 metre kadar olan kırmızı toprak yükseltiler grubudur. En yüksek iki tepecikteki mezarlar ortaya çıkarılmıştır.

    Tepe üzerinden kuzey ve doğuya bakıldığında Toros Dağları ve Karaca Dağ etekleri, batıya bakıldığında Şanlıurfa platosu ile Fırat ovasını ayıran dağ silsilesi, güneye bakıldığında ise Suriye sınırına kadar Harran Ovası görülmektedir. Bu konumuyla Göbekli Tepe’nin çok geniş bir bölgeyi görebildiği gibi kendisi de çok geniş bir bölgeden görülebilmektedir. Bir kült yapıları inşa etmek için buranın seçilmesinde bu özelliğin etkisinin olması muhtemeldir. Diğer taraftan böylesi anıtsal yapılar için çok kaliteli taş kaynağına ihtiyaç duyulduğu açıktır. Gerçekten Göbekli Tepe’de kullanılan kireç taşı, her yerde bulunmayan oldukça sert bir taştır. Bugün bile bölgedeki en kaliteli kireç taşı olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Göbekli Tepe Platosu’nun seçilme sebeplerinden biri de bu olsa gerektir.

    Urfa bölgesindeki Yeni Mahalle, Karahan, Sefer Tepe ve Hamzan Tepe gibi merkezlerde T biçiminde sütunların yüzeyde bulunduğu, Nevali Çori’deki kazılarda da benzer mimari ögelerin ortaya çıkarıldığı, dolayısıyla Göbekli Tepe’nin bu merkezlerle ilişkili olabileceği ileri sürülmektedir. Söz konusu merkezlerde saptanan sütunların Göbekli Tepe’de ortaya çıkarılanlardan daha küçük (1,5-2 metre) olduğuna da dikkat çekilmektedir.  Sonuç olarak Urfa bölgesinde Göbekli Tepe’nin tek inanç merkezi olmayabileceği, birkaç inanç merkezinin daha olduğu görüşü ortaya atılmaktadır. Fakat bu noktada önemli olan konu, diğer yerleşimlerde daha küçük boyutlu dikilitaşların Göbekli Tepe’nin daha geç tabakası ile benzerlik göstermesidir.

ARAŞTIRMA VE KAZILAR

    Göbekli Tepe, 1963 yılında İstanbul Üniversitesi ve Chicago Üniversitesince yürütülen “Güneydoğu Anadolu Tarih öncesi Araştırmaları Projesi” (Prehistoric Research in Southeastern Anatolia) yüzey araştırmaları sırasında tespit edilmiştir. Olağan ve doğal görünmeyen birkaç tepe, insan eliyle yapıldığı kesin olan binlerce kırık çakmak taşı döküntüyle kaplıydı. Yapılan yüzey araştırmaları sırasında höyüğün yüzeyinden toplanan buluntulara dayanılarak buranın Biris Mezarlığı (Epipaleolitik) ve Söğüt Tarlası 1 (Paleolitik ve Epipaleolitik), Söğüt Tarlası 2 (Çanak Çömleksiz Neolitik) gibi bölgenin önemli yerleşimlerinden biri olabileceği sonucuna varılmış ancak başka bir çalışma yapılmamıştır.  

    Bölgeden ilk kez, 1980 yılında yayımlanan Peter Benedict’in “Survey Work in Southeastern Anatolia” adlı makalesinde söz edilmiştir. Ancak yine de üzerinde durulmamıştır. Daha sonra 1994 yılında Heidelberg Üniversitesi’nden Klaus Schmidt tarafından bölgede bir araştırma daha yapılmıştır. Sitenin anıtsal karakteristiği ve buna bağlı olarak arkeolojik değeri ancak o zaman dikkat çekmiştir.

    Kazı çalışmaları ise 1995 yılında Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve İstanbul Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden (DAI) Harald Hauptmann bilimsel danışmanlığında yapılan yüzey araştırmasından sonra başlatılmıştır. Hemen ertesinde yine Şanlıurfa Müzesi başkanlığında ve Klaus Schmidt bilimsel danışmanlığında kazılar başlatılmıştır. 2007 yılından itibaren ise kazı çalışmaları Bakanlar Kurulu kararlı kazı statüsüyle ve yine Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Klaus Schmidt’in başkanlığında devam ettirilmiştir. Projeye Alman Heidelberg Üniversitesi Tarihöncesi Enstitüsü de katılmıştır. Yıllarca sürdürülen ayrıntılı kazı çalışmaları, Neolitik Devrim’i ve hazırlayan zemini yeniden yazmayı sağlayacak güvenilir bilimsel sonuçlar sağlamıştır.

TABAKALANMA

    Kazı çalışmalarıyla Göbekli Tepe’de dört tabaka verilmektedir. En üstteki I. Tabaka yüzey dolgusudur. Diğer üç tabaka ise; II. A. Tabaka: Dikilitaşlı Köşeli Yapılar (MÖ 8 bin – 9 bin)

Tabaka, Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ B evresine tarihlenmektedir. Dikilitaşlı ve dörtgen planlı yapılar ortaya çıkarılmıştır. Söz konusu yapıların, çağdaşı olan Nevali Çori’deki tapınakla benzerliklerinde dolayı aynı şekilde kült yapıları olduğu sonucuna varılmıştır. Bu tabakanın tipik yapısı olarak kabul edilen “Aslanlı Yapı” ’da dört dikilitaştan ikisi üzerinde birer aslan kabartması görülmektedir.

     II. B. Tabaka: Yuvarlak – Oval Yapılar (ara tabaka olarak değerlendirilmektedir)

Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ A-B geçiş evresi olarak tarihlenen bu tabakanın yapıları yuvarlak veya oval planda inşa edilmiştir.

III. Tabaka: Dikilitaşlı Dairesel Yapılar (MÖ 9 bin – 10 bin)

Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ A evresine tarihlenen en alttaki bu tabaka Göbekli Tepe’nin en önemli tabakası olarak değerlendirilmektedir.

Baştan beri kazı çalışmalarına başkanlık eden Klaus Schmidt, ana hatlarıyla, yüzey tabakası dışında II. ve III. Tabakadan söz etmektedir. Schmidt’e göre III. Tabaka, T şeklinde 10-12 dikilitaş ve onları içine alan yuvarlak duvarlar ile bunun merkezinde daha yüksek ve karşılıklı yerleştirilmiş iki dikilitaştan oluşan yapılarla temsil edilen tabakadır ve daha eskidir. II. Tabaka ise bir veya iki daha küçük dikilitaşın yer aldığı -bazılarında dikilitaş yoktur- dörtgen planlı daha küçük ölçekli yapılarla temsil edilir. III: Tabaka’yı Çanak Çömleksiz Neolitik A olarak, II. Tabaka’yı ise Çanak Çömleksiz Neolitik B’nin erken ve orta evresine yerleştirmektedir. Schmidt, III. Tabaka’nın MÖ 10. binyıla, daha yeni tabakanın ise MÖ 9. binyıla tarihlenmesi gerektiğini belirtmektedir. Ancak III. Tabaka’daki henüz ortaya çıkarılmış yapılardan alınan malzemenin radyokarbon tarihlendirmesi, bu yapıların birbirleriyle tam olarak çağdaş olmadığını göstermektedir. En erken tarih D Yapısı’ndan gelmektedir. Bu verilere göre D Yapısı MÖ 10. binyıl ortalarında inşa edilmiş ve aynı binyılın sonlarında terk edilmiştir. C Yapısı’nın dış duvarı, D Yapısı’ndan daha sonraki bir tarihte, A Yapısı ise her ikisinden de sonra yapılmış gibi görünmektedir. Ancak bu değerlendirmeyi tam olarak doğrulamak için daha fazla veri gerektiği de kabul edilmektedir.

MİMARİ

     Göbekli Tepe’de yapılan kazılarda konut olabilecek herhangi bir mimari kalıntıya ulaşılamamıştır. Bunun yerine çok sayıda anıtsal kült yapı ortaya çıkarılmıştır. Yapılarda kullanılan dikilitaşların çevredeki kayalık platolardan tek parça olarak kesilip işlenerek Göbekli Tepe’ye getirildiği ileri sürülmektedir. Bazılarının boyu 7 metreyi bulmaktadır.   

     Jeofizik araştırmaları, bugüne kadar gün yüzüne çıkarılanlar da dâhil olmak üzere Göbekli Tepe’deki yapılarda toplam 300’e yakın dikilitaş kullanılmış olduğunu göstermektedir. Bölgede kesilmiş ama işlenmemiş dikilitaşlar bulunmakta olup çevredeki kayalık platolarda, ne amaçla yapıldığı anlaşılamayan bir takım oyuklar ve kazıntılar vardır. Diğer taraftan çoğunluğu platonun batı kesiminde toplanmış olan yuvarlak ve oval çukurların yağmur sularını toplamak için yapılan bir tür sarnıç olduğu düşünülmektedir. Bu çukurlardan yuvarlak olanlar 1,20-3,00 metre arasında derinlik gösterirken oval planlı olanların derinliği 0,50 metredir.

ÇEVRE DİKİLİTAŞLARI VE TAŞ DUVAR

Dikilitaşların arası çoğunlukla yontularak işlenmiş taşlarla duvar olarak örülmüştür. Duvarın iç yanında boydan boya bir taş seti yer alır. Duvarın yapımında yer yer kırılmış dikilitaşların parçaları veya civardan toplanan ve yine işlenen taşlar kullanılmıştır. Taşların arasında 2 cm kalınlıkta balçık harç kullanılmıştır. Dikilitaşların stilize insan heykelleri olduğundan hareketle, bu duvarların insanları bir araya getirdiği söylenebilir.[26] Ancak bu harç ciddi sorunlara sebep olmuştur. Her şeyden önce yağmur suları ve rüzgârın sebep olduğu aşındırma zarar vermiştir. Diğer taraftan çeşitli böcekler için oyuk açılması kolay bir alan oluşturmuştur.

III. TABAKA

    En önemli buluntuları veren III. Tabakada, kazıların ilk yılında dört yapı ortaya çıkarılmış ve A, B, C ve D olarak adlandırılmıştır. Daha sonraki kazı çalışmalarında ise E, F ve G olarak adlandırılan üç yapı daha ortaya çıkarılmıştır. Jeomanyetik ölçümler, bu şekilde en az yirmi anıtsal yapının bulunduğunu göstermektedir. Kazılan bu kült yapılarında ortak mimari özellikler saptanmıştır. Yapıların ana gövdesi büyük boyutlu 10-12 dikilitaşın belirli araklılarla dairesel planda dikilmesiyle oluşturulmuştur. Dikilitaşlar, işlenmiş taşlardan örülen bir duvar ve bankla birleştirilmiştir. Bu şekilde iç içe iki duvar örülmüştür ve aralarında bir koridor oluşmuştur. En içteki dairenin merkezinde ise karşılıklı yerleştirilmiş daha büyük boyutlu iki dikilitaş vardır. Bu şekliyle merkezdeki dikili taşlar serbestken çevredekiler kısmen duvar ve bank sırası içine gömülmüş durumdadır.

    Ortaya çıkarılan yapılardan C ve D yapılarının çapları 30 metre, B yapısının çapı ise 15 metredir. A yapısı ise oval planlıdır ve çapları yaklaşık olarak 15 ve 10 metredir. Bu dört yapının merkezinde yükseklikleri 4-5 metre olan (D Yapısı’nın merkez dikilitaşları yaklaşık 5,5 metre yüksekliktedir), kabartma bezemeli, kireç taşından yapılma iki dikilitaş vardır. Aynı şekilde üzerinde kabartmalar olan iç ve dış duvardaki dikilitaşlar ise merkezdekilere bakacak şekilde fakat daha küçük boyutlu, yaklaşık 3-4 metre yüksekliğindedir. Merkezlerdeki iki dikilitaş, F yapısı dışındaki diğer yapılarda güneydoğu yönündedir, F yapısında ise yön güneybatıdır.

    Bütün bu yapı grubu, Neolitik Çağ içinde bilinçli olarak ve hızla, bir yığınla örtülmüştür. Bu yığın, çoğunluğu yumruktan küçük çapta kireç taşı parçalarıdır. Fakat aralarında çoğu çakmak taşından yapılmış taş aletler, öğütme taşları gibi insan elinden çıktığı açık olan parçalanmış nesneler de vardır. Diğer taraftan çok sayıda kırık hayvan boynuzu ve kemiği bu işlemde kullanılmıştır. Kemiklerin büyük bölümü ceylan ve yabani sığır olarak tanımlanmıştır. Diğer hayvan kemikleri kızıl geyik, onager, yaban domuzudur. Asıl ilginç olanı ise bu dolgu içinde hayvan kemiklerinin yanı sıra insan kemiklerine de rastlanmasıdır.    

      Bunlar da aynı hayvan kemikleri gibi kırılmış küçük parçalar halindedir. Her ne kadar ilk akla gelen yamyamlıksa da, bir ölü gömme uygulaması olma ihtimali daha yakın görünmektedir. İnsan vücudunun ölümden sonra bazı özel işlemlere tabi tutulması, Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’ın Yakın Doğu’sunda birçok kez tespit edilmiş bir gelenektir.

    Yapıların hangi amaç ve düşünceyle örtüldükleri hâlen bilinmemektedir. Diğer taraftan buradaki yapılar bu yığma dolgu sayesinde günümüze kadar tahribata uğramadan kalabilmiştir. Bu açıdan günümüz arkeolojisi bu yığma dolguya çok şey borçludur. Ne var ki aynı dolgu, yine arkeoloji açısından iki önemli güçlük çıkarmaktadır. Her şeyden önce yığma dolgunun gevşek malzemesi, kazı çalışmaları sırasında ek zorluklar yaratmıştır. Esas zorluk ise radyokarbon tarihlendirmesi sonuçlarının yanıltıcı olabileceği endişesidir. Çünkü bu dolgu atılırken daha yeni parçaların daha altta, daha eski parçaların daha üstte olması mümkün görünmektedir.

    C yapısındaki yaklaşık 10 metre çapında bir çukur, kazıların başlangıcından beri bilinmektedir. Bu yapıdaki kazı çalışmalarında söz konusu çukurun, “merkez dikilitaşların etrafını açmak, daha sonra da bu dikilitaşları parçalamak amacıyla yapılmış olduğu, bu amaca tamamıyla olmasa da dikilitaşları parçalara ayıracak derecede ulaşıldığı” saptanmıştır.  Öyle ki çukuru açmak için yapılan güçlü vuruşlarla merkez dikilitaşlardan doğudakinin üst kısmı parçalara ayrılarak etrafa dağıtmıştır. Ancak gövde yerinde kalmıştır. Yine de gövdedeki kabartma boğa figüründe, yakılan büyük bir ateşin etkisiyle yoğun kopuntular olduğu görülmektedir. Alanda bulunan çanak çömlek parçalarına bakılarak bu çukurun Tunç Çağı’yla Demir Çağı arasında bir dönemde açıldığı ileri sürülmektedir.

    Kazılarla açığı çıkarılan bu kült yapılarından C, D ve E yapısı dışındakilerin tabanları, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde Çanak Çömleksiz Neolitik Çağ’a tarihlenen kült yapılarında genellikle görüldüğü gibi terrazzo tekniğiyle yapılmamıştır. Bunların tabanları ana kayanın düz ve pürüzsüz bir şekilde işlenmesiyle elde edilmiştir. Diğer yapılarda taban, terrazzo tekniğiyle, üzeri cilalanan beton sertliğindeki söndürülmüş kireçten yapılmıştır. C yapısındaki merkez dikilitaşlar da ana kayada açılan 50 cm’lik kaide oyuklarına, etrafları küçük taşlar ve balçıkla sıkıştırılarak oturtulmuştur. D Yapısında ise merkez dikilitaşların kaide oyukları 15 cm’dir.

    C Yapısı’nın diğerlerinden farklı bir ek yapısı vardır. Güneye bakan giriş kısmında dışarı doğru uzanan bir giriş kısmı görülür. Yuvarlak planlı yapılarda dörtgen planlı giriş kısmı şeklinde tanımlanan dromos görünümündedir.

    Ortaya çıkarılan bu tapınaklarda dört tanesinin (A, B, C ve D) en eski olduğu, aşağı yukarı aynı dönemde, günümüzden 12 bin yıl önce inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bu tarihlerden bin yıl kadar sonra benzer kült yapılarının Çayönü, Hallan Çemi ve Nevali Çori’de yapıldığı ileri sürülmektedir. Dolayısıyla Göbekli Tepe, bu yerleşmelerin öncesi görünümündedir.  

    Bazı dikilitaşlarda, özellikle D Yapısı dikilitaşları üzerindeki insansı kol ve el kabartmaları, bu dikilitaşların insan vücudunu temsil ettiği şeklinde yorumlanmaktadır. Yatay parça başı; dikey parça ise vücudu temsil etmektedir. Esasen bu “dikilitaş”lar, insan vücudunu üç boyutlu olarak betimleyen stilize tarzda yontulardır. Her iki geniş yüzey yanlar, dar yüzeyler ise ön ve arka olarak alınmıştır. D Yapısı merkez dikilitaşlarında, insanı sembolize ettiklerini gösterir başka kanıtlar vardır. Her iki dikilitaşta kolların altında kemer olduğu açık kabartmalar vardır. Kemer tokaları da işlenmiştir. Ayrıca bu kemerler üzerinde aşağıya doğru tilki postundan bir “peştamal”i temsil eden işlemeler görülmektedir. Ancak bütün dikilitaşlarda insanı stilize ediş tarzında cinsiyeti belirtecek herhangi bir unsur görülmemektedir. Açıktır ki sembolize etmede en düşük düzey yeterli bulunmuştur. D Yapısı merkez dikilitaşları oldukça ayrıntılı görünmekle birlikte buradaki sözü edilen peştamal, cinsiyeti örtmektedir. Bununla birlikte kuş uçuşu yaklaşık 48 km kuzeybatıdaki Nevali Çori kazılarında bulunan kemerli kil figürinlerin hep erkek olmasına dayanılarak bu betimlemelerin de erkek olduğu ileri sürülmektedir.

    Sıklıkla dikilitaşların gövde kısmının ön yüzünde iki band halinde uzanan kabartmalar ve uzun bir giysiyi andıran kabartmalar görülmektedir. Bu kabartmaların özel bir giysiyi temsil ettiği ve ritüellerin önemli bir unsuru olduğu, belirli kişiler tarafından giyildiği düşünülmektedir. Bu bağlamda merkez sütunlarının temsil ettiği kişilerin bu ritüellerde önemli bir rol üstlenmiş olmaları gerektiği ileri sürülmektedir. Kazı başkanı Klaus Schmidt’e göre merkezdeki iki dikilitaşın, mitolojide yaygın bir tema olması dolayısıyla ikiz veya en azından kardeş olması mümkündür.

   Yine de en çok görülen motifler insan değil, yabani hayvan motifleridir. Motiflerde kullanılan yabani hayvanlar çok geniş bir çeşitlilik göstermekte ve dönemin, bölgenin faunasıyla örtüşmektedir. Kedigiller, boğa, yaban domuzu, tilki, turna, ördek, akbaba, sırtlan, ceylan, yabani eşek, yılan, örümcek ve akrep bunlardan bazılarıdır. A Yapısı’nda dikilitaşlar üzerindeki kabartmalarda yılan ağırlıklı olarak yer almaktadır. Bu yapıdaki betimlemelerde yer alan 17 hayvan türü içinde en çok kullanılanıdır. Sıklıkla ağ gibi birbirine girmiş yılanlar görülür. B Yapısı’nda ise tilki kabartmaları, özellikle merkezdeki iki dikilitaşın ön yüzünde yer alan iki tilki dikkat çekicidir. C Yapısı ise yaban domuzlarına ağırlık verilen yapıdır. Sadece dikilitaşlardaki kabartmalarda değil, taştan oyulmuş heykellerde de bu durum vardır. Ortaya çıkarılan yaban domuzu heykellerinin çoğunluğu bu yapıdan çıkarılmıştır. Ancak bu yapının dikilitaşlarında hiç yılan motifi kullanılmamıştır. Sadece tek bir yılan kabartması, güney kesimde yatay taş levhalardan birinin üzerinde yer almaktadır. D Yapısı’nda ise yaban domuzları, yabani öküzler, ceylanlar, yaban eşekleri, turnalar, leylekler, ibis, ördek ve bir kedigil gibi geniş bir figür çeşitliliği olmakla birlikte yılan ve tilki ağırlıktadır.

    Kazı başkanı Klaus Schmidt, kabartma veya heykel olarak karşımıza çıkan bu hayvanların, insanların günlük hayatlarında önemli bir rol oynamış olmalarının gerekmediğini, yapılma amacının mitolojik bir ifadeye dayandığını ileri sürmektedir. Diğer taraftan dikkat çeken bir konu da bütün bu hayvan motifleri içinde memeli hayvanların hepsinin erkek olarak betimlenmiş olmasıdır. Gerek insan, gerek hayvan motiflerinde dişi, neredeyse hiç görülmez. Bugüne kadar ortaya çıkan motiflerin sadece bir tane istisnası vardır. Aslanlı sütun olarak tanımlanan dikilitaşların arasında yer alan bir taş levhada çıplak bir kadın betimlenmiştir.

    Dikilitaşlar üzerindeki kabartmalara oldukça ilginç bir örnek de XXV numaralı dikilitaş üzerindeki kompozisyondur. Kabartmalardan biri cepheden betimlenmiş stilize bir insan kabartmasıdır. Taşlaşmış bir görüntü verdiği ifade edilen figürün baş kısmı, kafatasına benzer bir yüz ifadesi olarak işlenmiştir. Dikilitaşın parçaları bir araya getirildiğinde insan motifine 25 cm mesafede 10 cm’lik küçük bir hayvan figürü yer almaktadır. Köpekgillerden olduğu anlaşılan hayvanın dört bacağı, yukarı kalkmış ve gövdeye doğru kıvrılmış kuyruğu görülmektedir.

II. TABAKA

     II. Tabaka’da yuvarlak planlı yapılar görülmez, bunun yerine dörtgen planlı yapılara geçilmiştir. Ancak III. Tabaka’daki kült yapılarının ana mimari unsurlarından olan T biçimi dikilitaşların kullanılmasına devam edilmiştir. Bu tabakadaki yapılar da çoğunlukla kült yapılarıdır. Fakat yapıların boyutları küçüldüğü gibi dikilitaşların sayıca azaldığı, boyutça küçüldüğü görülmektedir. III. Tabaka’da dikilitaşların ortalama yüksekliği 3,5 metre iken II. Tabaka’da 1,5 metredir.

KÜÇÜK BULUNTULAR

Kazı çalışmaları sırasında ortaya çıkarılan, mimari dışındaki küçük buluntuların çok büyük bir bölümünü burada çalışanların kullandığı taş aletler oluşturmaktadır. Bunların hemen hemen hepsi çakmak taşından yapılma aletlerdir. Obsidiyen taş aletler istisnaidir. Bu aletlerde kullanılan obsidiyenin kaynağı çoğunlukla Bingöl A, B ve Göllüdağ (Kapadokya) olarak görülmektedir. Bu aletlerde kullanılan taşların 500 km mesafedeki Kapadokya’dan, 250 km uzaklıktaki Van Gölü’nden, yine 500 km uzaklıktaki Kuzeydoğu Anadolu’dan olması apayrı bir bilmeceyi oluşturmaktadır. Taş aletler dışında kireç taşından ve bazalttan oyulma malzeme de ele geçmiştir. Bunlar çoğunlukla taş kaplar, taştan yapılma boncuklar, küçük figürinler, öğütme taşları ve havanelleridir. Diğer küçük buluntulardan yassı baltalar nefritden ve amphiolitden, takılar ise serpentinden yapılmıştır.

Taş aletler dışında birçok heykel çıkarılmıştır. Bunların bir kısmı kireç taşından yapılmış olağan boyutlardaki insan başlarıdır. Kırıklar, bunların esas heykellerden koptuğunu düşündürmektedir. Heykeller dışında dikkati çeken bir buluntu, 2011 kazılarında ortaya çıkarılan bir “totem” benzeri eserdir. Boyu 1,87 metre, genişliği 38 cm. olan, kireçtaşından oyulmuş totem üzerinde bileşik kompozisyon ve figürler yer almaktadır.

DİĞER BULUNTULAR

     Çıkarılan toprağın incelenmesinde yabani buğday türü Einkorn taneleri bulunmuştur. Tahılın evcilleştirilmiş türlerine ilişkin bir bulguya henüz rastlanmamıştır. Tespit edilen diğer bitki kalıntıları ise sadece badem ve yerfıstığının yabani türleridir. Hayvan kemiklerine ait buluntular ise birçok farklı hayvan türüne aittir. İçlerinde en çok rastlananlar ceylan, yabanıl sığır, toy kuşu gibi Dicle havzası faunasıdır. Bu çeşitliliğe rağmen evcil türlere ilişkin bir bulgu yoktur.

İNSAN KAFATASI KEMİĞİ BULUNTULARI

     İnsan kemikleri fragmente olmuş halde bulunmuştur. 2017 yılında yapılan çalışmalar bu kemiklerin çoğunun kafatası parçalarına ait olduğunu ortaya çıkarmıştır. İnsan kafatası kemik parçaları üzerinde yapılan morfolojik çalışmalar bu kemik parçalarında üç farklı bireye ait kemikleri ayırabilmiştir. Bu üç farklı bireyden birisinin kadın olma ihtimali vardır. Diğer iki kafatasının cinsiyeti ise tanımlanamamıştır. Kafatasları 20-50 yaş arasındaki bireylere aittir. Tafonomik çalışmalar ise bu kafatası kemikleri üzerinde sıyırma, kesme, delik açma ve boyama olmak üzere dört farklı işlem yapıldığını göstermiştir. İnsan kafatasına ait bu kemik parçaları kafatası modeline uygun şekilde bir araya getirilince, yukarıdan iple asılabilir şekilde izler taşıdığı ortaya çıkarılmıştır

Kaynak: Vikipedi, özgür ansiklopedi