ŞEYH HASAN ONAR TÜRBESİ – ONAR KÖYÜ / ARAPGİR – MALATYA
Orta-Asya’dan dalgalar halinde göç eden Türklerin; Anadolu’ya yerleşmelerinin, kan bağına dayanan aşiret, oymak, oba şeklinde ya da Şeyh, Dede, Baba, Derviş gibi inanç önderlerinin kurduğu zaviyelerin çevresinde köyler oluşturularak; göçerlikten kısmen yerleşik tarım toplumuna geçtiklerini tarihi kaynaklardan bilmekteyiz.
Şeyh Hasan Onar, Türkmen topluluklarından çok çeşitli kolları olan bir Bayat oymağının ana tarafından Ali soylu inançsal başkanı (Şeyhi), ve yönetici önderi (Begi) konumundadır. Mezar taşı üzerindeki damga Bayat boyu damgalarının bir çeşitlemesiydi. 1224 yılında (Hicri 621) Sultan Alaaddin Keykubat (1220-1237) adına, “Mir-i Azam beledisi”, yani bölgenin yüce Emiri tarafından Şeyh Hasan Oner’e, sınırları belirtilen ve içinde bugün Onar köyü bulunan arazi Zaviye vakfı olarak verilmiştir. Böylece sınırboyu yerleşim yeri olarak burası, kendisine bağlı Türkmen aşiretlerinin inançsal ve yönetim merkezi durumuna girmiştir. Ancak zaten onun konar-göçer grupları, Anadolu’ya girdiğinden beri, Malatya’nın kuzeyinde Tohma suyunun Fırat’a karıştığı yerden, Arapkir’e kadar uzanan topraklardan ekip-biçme, yaylak ve konaklama olarak yararlanmaktaydı.
Şeyh Hasan Onar Sultan Alaaddin’e, Massara kalesindeki tutuklu günlerinden beri yakın bulunmaktadır. Ayrıca Selçuklu büyük Emirlerinden Bahaaddin Kutluğca’yı Irak topraklarında tanımış. Kendisine vakfı veren Eseduddin Ayaz ve Mubarezüddin Ertokuş ile 1223’te Kalanoros (Alaiye) kalesinin fethine katılmıştır. 1226’da Alaaddin’in doğu (Fıratboyu) seferlerinde, Şeyh Hasan Onar zaviyesinin gelirini, Sultanın askerlerinin beslenmesi ve donanımına harcamış. Kendisi de savaşçı erleriyle birlikte bu fetihlere katılmıştır.
Öyle anlaşıyor ki, Şeyh Hasan Onar kendisini başlangıçta, Sultan’ın hizmetinde de bir emir görmeye başlamış ve belki de bir temlik (Osmanlı döneminde Timar adını alan beylik arazisi) bekliyordu. Nüfusu kalabalık, insan ve silah gücü yerindeydi. Malatya yazılarında Tohma ve Fırat boylarında konar-göçer yaşarken zindandaki Sultan’a gönüllü korumalık yaparak çok yakınında bulunduğundan, büyük vaadler almış olmalı. Kuşkusuz bazı sırlarını da biliyordu. Ne zamanki, bizzat kendi eliyle onu zindandan çıkartıp götürerek tahta oturtan Seyfeddin ve Bahaaddin Kutluğca dâhil, tam yirmi dört emiri bir gecede boğdurttuğunu duyduğunda, herhalde Şeyh Hasan Beg büyük korkular yaşamıştı.
Şeyh Hasan Onar, çok geniş olan Bayat boyu insanlarını yerleştirebileceği bir il veya büyük bir belde arazisi temliği ve Sultan sarayına yakın olmayı beklerken, kendisine sadece kendi kabile ve sülalesi için küçük bir zaviye vakfı ile arazi bağışlanmış. Olasıdır ki, Horasan, Irak ve El Cezire’den çekip Anadolu’ya getirdiği binlerce çadırlık koca Bayat Boyu bu nedenle dağılmıştır. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat bütün Alevi Türkmenleri sınır boylarına yerleştirerek, şeyhlerine-pirlerine Sünni şeriatı kurallarınca –istendiği zaman gelirini devletin kullanması koşuluyla- bir zaviye vakıf arazisi vererek, merkezi hükümeti güvenceye alıyordu. Konya Selçuklu Sultanlarının devlet siyaseti buydu. Onu hayal kırıklığına uğratan aynı durum, Şeyh Hasan Onar’ın kendisi için de geçerlidir. Çünkü bu, Selçuklu Sultanları tarafından Melikşah’tan beri uygulanan, Nizamülmülk’ün koyduğu siyasetti: Türkmenler-Oğuzlar yönetime yaklaştırılmamalı, bir başka deyişle yönetimden alabildiğine uzak tutulmalıdır!
ŞEYH HASAN ONAR VE FÜTUVVET ÖRGÜTLENMESİ
Şeyh Hasan Onar’ın, Anadolu’da ilk Fütüvvet (Ahi) örgütlenmesinin kurucuları arasında bulunduğu Prof. Dr. Mikail Bayram tarafından ortaya çıkarıldı. Profesör Bayram, kitabında şu bilgiyi vermektedir:
“Anadolu’da Fütüvvet hareketi, Abbasi Halifesi en-Nasır li Dinillah ile siyasi ve kültürel temasa geçilmesiyle başlamıştır. I. Gıyaseddin Keyhusrev, ikinci defa tahta geçer geçmez, hocası Malatyalı Şeyh Mecdüddin İshak’ı cülusunu Abbasi Halifesine bildirmek üzere Bağdat’a göndermiştir. Şeyh Mecdüddin bu diplomatik vazife sırasında o yıl (601/1204) Bağdad üzerinden Hacca gitmiş, dönüşte gene beraberinde birçok ilim ve fikir adamı şeyhleri getirmiştir. Muhyiddin İbnül Arabi, Şeyh Evhadüddin el-Kirmani, Şeyh Nasuriddin Mahmud (Ahi Evren), Şeyh Ebu Cafer Muhammed el-Barzani, Mukaddis Ebu’l Hasan Ali el-İskenderani, Arapgir’de medfun (gömülü) Şeyh Hasan Onar bunlardan ilk akla gelen isimlerdir. Bu ilim ve fikir adamlarından birçoklarının adları, Şeyh Mecduddin İshak’ın oğlu Sadruddin Konevi’den (ö.1275) intikal eden ve bugün Konya Yusufağa Kütüphanesi’nde bulunan kitapların (4687, 5050, 7841, 7847, 7850 numaralı) ‘sema ve kıraat’ kayıtlarında geçmektedir.” Adı geçen kaynaklarda, Şeyh Hasan Onar’ın kimliğine dair daha fazla bilgi bulunmamaktadır.
Yazara göre: 1205’de Konya’ya gelmiş bulunan bu heyet “fütuvvet erbabıdır”. Başlarındaki Evhaduddin Kirmani, Anadolu şeyhlerinin önderi (Şeyhu’ş-şuyuhi’r Rum) olarak bizzat Halife Nasır atamıştır. Aynı kişi otuz yıl sonra geri çağrılarak, Şihabeddin Sühreverdi’nin ölümü üzerine, Bağdad’daki Fütuvvet makamına getiriliyor.
Fütuvvet erbabı heyetle birlikte Halife Nasır (1187-1225) tarafından Konya’ya gönderilmiş olmasına rağmen, onlarla anlaşamamış olacak ki, Konya ve Kayseri Ahi kuruluşlarından kalan belgelerde Şeyh Hasan Onar’ın adı anılmıyor. Evhaduddin Kirmani ve onun damadı olduğu ileri sürülen Ahi Evren’in Fütuvvet etkinliklerinde ve diğerleriyle ilişkilerde Şeyh Hasan’ın konumunu bilemiyoruz. Ancak gerçek olan şu ki, Halife Nasır’ın Selçuklu Sultanına Fütuvvet şalvarı giydirmek ve fütuvvet kuşağı bağlamak için gönderdiği mutasavvıf şeyhlerin hemen hepsi Şafii mezhebinden ve İşari inançlıydı. Şeyh Hasan Onar ise Alevi ve Horasan Pirlerinden biri; ana tarafından Ali soylu, yedinci İmam Musa Kazım kolundan gelmektedir.
Çok büyük olasılıkla Şeyh Hasan’a bağlı El-Cezire Türkmen boylarının askeri gücü, Bağdad Halifesinin nezdinde onu önemli kılıyordu. Ama topluluğunu toparlayıp Irak’ı terk etmesi Halife’nin daha fazla işine gelirdi. Tam 46 yıl yönetimde kalan Halife Nasır Lidinillah zalim ve baskıcılığı kadar, geleceği gören, çok kurnaz bir siyasetçiydi. İlk yaptığı iş Fütuvvet örgütlenmesinin toplumsal ve siyasal içeriğini boşaltarak, sadece din ve zanaat-ticaret ilişkilerindeki yenilikleri devlet siyaseti yapıp, Halifeliğe bağlı Sünni vassal devletlere de kabul ettirmesi oldu. Bunu töreleştirdi. Bu siyaset hem Şii tebasını hem de Suriye ve İran-Irak Bâtınilerini memnun ediyordu. Ayrıca İran ve Suriye’de çok sayıda kaleleri bulunan Alamut Nizari devletinin İmamı Celaleddin Hasan II (1210-1221) ile yaptığı anlaşmayla ona kabul ettirdiği gevşek şeriat ile kendisine bağlamış. Bu arada Alamut fedai’lerini bile kullanarak birçok düşmanını ortadan kaldırtmıştı.
DOGUM-YERİ EVİ
Gerçekte bir proto-Alevi kuruluşu olarak, 6.İmam Cafer Sadık’ın (ö.765) koyduğu ilkelere dayanan Fütuvvet (yiğitlik, gençlik) kardeşlik örgütlenmesi 10.11.yy. boyunca, özel mülkiyetin olmadığı erken-İsmaili (Karmati) darül hicra’larında inançsal, siyasal ve ekonomik yaşam biçimi olmuştur. “La feta illa Ali, la seyfe illa zülfikar” (Ali gibi yiğit, zülfikar gibi kılıç yok) Hadis’inden hareket edilerek; yiğitlik, cesaret, cömertlik, bilgelik ve doğruluk gibi erdemlerin sahibi İmam Ali örnek alınmıştır. Bu dönem içinde yaratılan, İhvan-ı Safa (Saflık kardeşleri, duruluğun can dostları) gibi doğal ve doğa ötesi bilimler, felsefe, sanat ve zanaat, matematik, cebir-geometri ve hekimlik bilgilerini içeren dev bir ansiklopedik yapıtla Fütuvvet’in kapsamı genişletilmiştir…
Büyük olasılıkla bölgedeki İsmaili kaleleriyle ilişkisi bulunan Şeyh Hasan Onar, Bağdad’ın güneydoğusundaki Tib çayının kaynağına yakın yerde bulunan Türkmenlerin yaşadığı Bayat Kalesinin begi, ya da onun temsilcisiydi. Bu elçilik heyetine katıldığı sırada otuz yaşından büyük değildir. Başında bulunduğu ve Kaleye sığmayan Türkmen topluluğunu, Rum (Anadolu) ülkesine çıkarma ve konargöçerlerinin otlak ve yaylaklardan yararlanması için Selçuklu sultanı ile görüşmek onun için önemli bir fırsattı. Halife Nasır’ın Selçuklu Sultanına, sözde Anadolu’da fütuvvet örgütünü kurmaları için gönderdiği bu törensel heyette bulunmasından bazı ayrıcalıklar sağlamış olmalıdır. Açıkçası bu siyasi ilişkilerden kazanımlarını kendi topluluğu için kullanmıştır. I. Gıyaseddin Keyhusrev (1204-1211) döneminde topluluğunu Anadolu’ya getirmiş olduğu anlaşılan Şeyh Hasan Onar, onun 1211 yılında ölmesi üzerine Sultanlığı ele geçiren I. İzzeddin Keykavus’a (1212-1220) karşı, Malatya çevresindeki tutuklu yıllarında dahi Alaaddin Keykubat’ın (1220-1237) yanında bulunmuştur. Kuşkusuz kullanılan ve Sultanları siyasetine boyun eğmek zorunda kalan Şeyh Hasan Onar olmuş ve kendisine bağlı Bayat Türkmen grupları Anadolu’nun hemen her tarafına dağılmıştır.
Sonuçta, Şeyh Hasan Onar’ın Bayat Türkmenleri de öbür Türkmen grupları gibi yönetimin ve emirlerin baskı ve zulümden nasibini almış. Yaşamının son yıllarında kendini Baba İlyas-Baba İshak önderliğindeki büyük Babai başkaldırı hareketinin (1239-40) içinde bulmuş ve onun hazırlayıcılarından olmuştu. Bugün bile Onar köyünde halâ, Dede’lere kendi aralarında “Baba Resul” diye hitap ediliyor. Böylece o büyük toplumsal hareketin anısı -bilinçsizce de olsa- yaşatılmaktadır. Olasıdır ki Şeyh Hasan Onar, 1245-50 arasında Hakk’a yürümüştür.
Bilinen En Eski Cemevi Onar Köyü’ndedir
Pir Sultan Abdal Çaldıran Sonrası Gizlenme Yıllarında Onar’a Uğramış Olmalıdır
Pir Sultan’ın Çaldıran öncesi ve sonrası yapılan kırımdan kurtulması, Divriği-Arapkir-Kemaliye ilçelerinin ortak arazisi olan Sarı Çiçek Yaylası’nda Koca Haydar adıyla bir zaman gizlenmiş olmasına bağlanabilir.
Sarı Çiçek Yaylası’na çok yakın, Arapkir ilçesinin sınırları içerisinde bulunan Onar köyündeki Şeyh Hasan Oner türbesi ve zaviyesini ziyaret ettiği ve orada konukladığını belirleyen bir nefesi günümüze gelmiştir. Bu nefeste Şeyh Hasan’a yalvarmakta, “zulümat (karanlık) içinde ve darda bulunduklarını” açıklayarak, bu evliyadan “imdat!” istemektedir. Köyün yaşlıları ve Dede’lerinden derlediğimiz Pir Sultan nefesi şöyledir:
Bir gececik mihman oldum Onar’a
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Özümü bağladım ol nazlı Pir’e
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Adın Şeyh Hasan’dır hem derik Oner
Elbet er olanda bulunur hüner
Adını işiden secdeye iner
Aman Onar Dede sen imdat eyle
Kimimiz dardadır kimimiz yolda
Kimi zulümatta kandadır kanda
Tut elimiz’ koyma bizi dar günde
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Dört duvar üstüne binasın’ kuran
Mahrum kalmaz eşiğine yüz süren
Horasan elinden azmedip gelen
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Kalkıp Horasan’dan sökün edensin
Urum diyarını mekân tutansın
Çağıranın imdadına yetensin
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Pir Sultan’ım düşmüş dürür cüdaya (cüda: ayrı, ayrılmış)
Halim’ arzedeyim Bari Hüda’ya (Bari: yaratıcı)
Canım kurban olsun Onar Dede’ye
Yetiş Onar Dede sen imdat eyle
Kaynak: İsmail Kaygusuz