21 Kasım 2024
Şehirler ve İlçeleri

FOÇA ADI NEREDEN GELİYOR?

İzmir’e 70 km’lik bir karayolu ile bağlanan Foça, İzmir’in kuzeyinde Çandarlı ve İzmir Körfezi arasında, üç tarafı denizle çevrili bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Karşısında yer alan İncir, Orak ve Fener Adaları Foça’yı doğal bir liman durumuna getirmiştir.

   Phokaia’nın kuruluşu üzerine çeşitli görüşler vardır; Antik yazar Pausanias’a göre İzmir’in batısındaki Teos ve Erthrai’den gelenlerce kurulmuştur. Antik yazarlardan Herodot, Strabon ve Şam’lı Nikolaos’a göre ise, Orta Yunanistan’da Peloponnes Yarımadası’nda yaşayan Phokisliler, Anadolu’ya gelmişler ve bölgeye egemen olan Kyme kentinin verdiği izin ile Phokaia’yı kurmuşlardır.

PHOKAİA (FOÇA)

Herodotos, Phokaialıları anlatırken, “Kentlerini, bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır” der. İyonların denizcilikteki en üstün kentlerinden Phokaia’nın, M. Ö. 11. yüzyılda Aioller tarafından kurulduğu, M. Ö. 9. yüzyılda İyonlar’ın buraya yerleştiği bilinir. İyonlar, kente 5 km uzunluğunda sur inşa eder. Kentin adını, Siren Kayalıkları ve çevredeki adalarda yaşayan Akdeniz foklarından aldığı söylenir.

M. Ö. 546’da Pers egemenliğine giren kentin sakinleri, 50 kürekli gemileriyle Sakız Adası ve Güney Avrupa’ya gider. Herodotos, Foça’yı, “M. Ö. 700’lerde denizcilikte büyük aşama kaydeden, 50 kürekli ve 500 kişilik teknelerle Akdeniz’de ulaşımı, ticareti sağlayan bir kent” diye tanımlar.

Edebiyatın babası İzmirli ozan Homeros ise Phokaialılar’ın dönemin en uzun deniz yolculuğunu yaptığını söyler. Araştırmacılar, Marsilya ve Korsika’nın, Foçalıların Avrupa’da kurduğu koloniler olduğunu yazar.

Anadolu’nun eski tiyatrosu olduğu belirlenen, M. Ö. 340-330’a tarihlenen tiyatro, Kybele Açık Hava Tapınağı ve Athena Tapınağı kalıntıları ile yel değirmenleri, görülebilecek tarihi eserlerden bazılarıdır. Efsaneye göre, “Her kim, yeri meçhul olan Karataş’ın üzerinden geçerek Foça’ya gelirse, buraya tutkuyla bağlanır.”

SUR VE BEŞKAPILAR

Beşkapılar, Osmanlı Dönemi kalesinin kayıkhane bölümüdür. Şehrin etrafını çevreleyen antik surların en iyi korunmuş bölümleri, Bizans, Ceneviz ve Osmanlı dönemlerine ait onarımlardır.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin projesiyle ayağa kaldırılan Foça Sur Duvarları, UNESCO Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi’ndedir.

UNESCO, 11. ve 15. yüzyıllarda dünyada ticaret kolonileri kuran Cenevizlilerin önemli kalelerini 2013 yılında “Dünya Mirası Geçici Listesi’ne almıştır.

FOÇA TARİHİ

ANTİK DÖNEM

    Foça (Phokaia) ; İon yerleşimlerinin en önemlilerinden biriydi. Bugünkü batı uygarlığının temelleri, İ.Ö. 6. Yüzyıl’da İonya’da atıldı. Dönemin İonya’sı felsefe, mimarlık ve heykeltraşçılıkta öncü oldu. Phokaia’lı Telephanes (İ.Ö. 5.yy) Pers saraylarını yapıtları ile donaymış bir heykeltraştı. Theodoros (İ.Ö. 4.yy) ünlü bir mimardı. İ.Ö. 494 yılındaki “Lade Deniz Savaşı’nı yöneten komutan Dionysos Phokaia’lıydı. Bu komutan da ismini mitolojinin en büyük kahramanlarından “Şarap Tanrısı” Dionysos’tan alıyordu.

  Adını; kenti çevreleyen adalarında yaşayan foklardan alan Phokaia, İ.Ö. 11. yy’da Aiollar’ca kuruldu. İon yerleşimi İ.Ö. 9.yy’da başladı. Phokaialılar usta denizciydiler; 50 kürekli & 500 yolcu alabilen tekneleri vardı. Mühendislik konusundaki üstün zekâları ve denizcilikteki başarıları ile Ege, Akdeniz ve Karadeniz’e açılarak çok sayıda koloni kurdular. Foça’lıların tarihte kurduğu kolonilerin en önemlileri: Karadeniz’de Amysos (bugünkü Samsun); Çanakkale Boğazı’ndaki Lampsakos (bugünkü Lâpseki); Midilli Adası’nda Methymna (bugünkü Molyvoz); Güney İtalya’da Elea (bugünkü Velia); Korsika’da Alalia; Güney Fransa’da Massalia (bugünkü Marsilya), Nice ve Antibes; İspanya’da Ampuria’dır. Phokaialılar’ın denizcilikteki ustalığı, ticaret alanında da başarılı olmalarına olanak sağladı. Phokaia, İonya’da, doğal altın-gümüş karışımı elektron sikkeyi ilk bastıran kentlerden biriydi.

    Phokaia bu başarıları ile birçok uygarlığın iştahını kabartıyordu ve İ.Ö.546 yılında Persler’in tahrip ettiği ilk İon kentiydi. Pers istilası ile kentin görkemli çağı sona erdi, halkın büyük bir çoğunluğu kenti terk etti. İ.Ö. 334’te Büyük İskender’in Anadolu’ya ayak basarak Pers egemenliğini ortadan kaldırması; yeni bir dönemin başlangıcı oldu. İskender’in ölümünden sonra sıra ile Seleukoslar’ın, Bergama Krallığı’nın ve Romalılar’ın egemenliğine girdi. Erken Hristiyanlık döneminde piskoposluk merkeziydi.

    Bugün Foça’nın bucağı konumunda olan Yenifoça’yı Cenevizliler kurdu ve buradaki şap madenini işlettiler.

PHOKAİA:  Phokaia’nın kuruluşu üzerine çeşitli görüşler vardır; Antik yazar Pausanias’a göre İzmir’in batısındaki Teos ve Erythrai’den gelenlerce kurulmuştur. Antik yazarlardan Herodot, Strabon ve Şam’lı Nikolaos’a göre ise, Orta Yunanistan’da Peloponnes Yarımadası’nda yaşayan Phokisliler, Anadolu’ya gelmişler ve bölgeye egemen olan Kyme kentinin verdiği izin ile Phokaia’yı kurmuşlardır.

    Ord. Prof.Dr. Ekrem AKURGAL başkanlığındaki kazılar sırasında ele geçen gri renkli Aiol seramiği ile kentin ilk sakinlerinin Aioller olduğu, kentin M.Ö. 11 yüzyılda Aioller tarafından kurulduğu sonucun doğrulamaktadır; yine bu dönem kazılarında “Geometrik” seramik bulunmuş ve Phokai’nın M.Ö. 9.yüzyılın sonundan itibaren bir İon yerleşmesi olduğu sonucuna varılmıştır.

    Foça’da son yıllarda yapılan kazılarda M.Ö.2.bine ait seramiğin ele geçmiş olması, Phokaia’nın kuruluşunun daha önceye, Tunç Çağları’na götürmektedir ve bu yerleşim günümüze değin süregelmiştir. Phokailılar denizcilikte ünlüydüler; Herodot’a göre büyük gövdeli yük gemileri yerine, yüksek hıza erişebilen 50 kürekli ve 500 yolcu taşıma gücünde hızlı tekneler kullanıyorlardı. Adriyatik, Etruria, İberia ve İspanya’daki Tartessos’a kadar deniz yolculuğunu yapmışlardır. İon deniz ticaretinin yayılmasında önemli bir rol oynamışlardır. Mısır’daki Naukratis kenti ile ticaret yapmışlar Milet Kenti ile deniz gücünü birleştirerek, Çanakkale Boğazı’nda Lampsakos (Lâpseki), Karadeniz kıyısında Amisos (Samsun) kentlerinin kurulmasında ön ayak olmuştur.

M.Ö.620’lerde İspanya’da Andalusa’daki Tartessos’a kadar gitmişler; M.Ö. 600 yıllarında Güney Fransa’da Massalia (Marsilya), İspanya’da Emporion (Ampurios), Korsika’da Alalia, Güney İtalya’da Elea,(Velia), Midilli’de Methymna koloni kentlerini kurmuşlardır. M.Ö. 7.yüzyılda İran’da Susa’dan başlayan “Kral Yolu” Sardes’e kadar geliyor ve burada Phokaia ve Kyme’den gelen yolla birleşiyordu; ayrıca Ephesos’tan başlayan diğer bir yolda Smyrna’dan geçerek Phokaia’ya ulaşıyordu.    

 M.Ö.7.yüzyılda Smyrna’nın zenginliğine bu yolun katkısı büyüktür; M.Ö.600’lerde Smyrna’nın Lidya Kralı Alyattes tarafından yıkılmasından sonra, ticari egemenlik Phokaia’ya geçmiştir; bu egemenlik Phokaia sikkelerinin zenginleşmesiyle belirgindir. Phokaia M.Ö. 600 yılın ilk yarısında altın çağını yaşamıştır. İonia’da ilk elektron sikke bastıran kentlerden biridir. Bu paralar deniz ticareti yoluyla Akdeniz ve Mısır’a kadar ulaşmıştır. Bu sikkelerin ön yüzünde Zeus, Hera, Herakles ve Hermes, başları ile arka yüzlerinde de griffon, fok, boğa ve koçbaşlarına yer verilmiştir.

 Persler’in M.Ö. 546 yılında Sardes’i ele geçirmeleriyle Phokaia’nın altın çağını sona erdirmiştir. Kent daha önceden surlarla çevrilmiş olmasına rağmen, Herodot’a göre Pers komutanı Harpagos bu kentleri, kent duvarlarının önüne toprak tepecikler yığarak ele geçirmiştir. Phokaia kuşatılırken, Phokaialılar’ın çoğu Akdeniz’deki kolonilerine göç etmişler; daha sonra bunlardan bazıları geriye dönmüşlerdir. Helenistik Dönem’de Büyük İskender, Anadolu’daki Pers egemenliği ’ne son vermiştir.   

İskender’in ölümünden sonra İmparatorluğu generalleri arasında paylaşılmış ve yeni devletler ortaya çıkmıştır. Phokaia’da Seleukoslar, Attaloslar ve Pergamon Krallığı tarafından yönetilmiştir; Pergamon Krallığı’nın M.Ö.133 yılında Roma İmparatorluğu’na bağlanmasıyla Phokaia’da Romalılar’ın eline geçmiştir. Koloni kent Massalia’nın yardımıyla yıkılmaktan kurtulan kente, Pompeius özgürlüğünü vermiştir. Erken Hristiyanlık Dönemi’nde Bizans İmparatorluğu’nun piskoposluk merkezi olmuştur.  11.yüzyılın başlarında Venedik Ticaret kolonisi olmuştur.

 1300’lü yıllarda Anadolu Türklerin eline geçtiğinde Foça’da diğer kentler gibi önem kazanmış; Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. 17.yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu-batı bağlantısını sağlayan liman kentlerinden biriydi. 19.yüzyılın ikinci yarısında Ege Adaları’ndan Batı Anadolu’daki yerleşim yerlerine yoğun bir iç göç yaşandı; göç edenlerin çoğunluğunu Türkler oluşturuyordu.

Arkeolojik kazılar üç döneme ayrılmaktadır.1913–14 ve 1920 yılları arasında Fransız Arkeolog Felix Sartiaux, ilk kazıları yönetmiştir. İkinci Dönem kazıları Ord. Prof.Dr.Ekrem AKURGAL tarafından 1952-1955 yılları arasında kesintisiz, daha sonra aralıklarla 1974 yılına kadar sürdürülmüştür. Üçüncü Dönem Kazıları, 1989 yılından itibaren Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü öğretim üyelerinden Prof.Dr. Ömer ÖZYİĞİT başkanlığında yürütülmektedir.

 Foça Antik Dönemin önemli kalıntılarına sahip olmakla beraber, kentin büyük bir kısmının bugünkü kent yerleşiminin altında kaldığı düşünülmektedir. Bugüne kadar yürütülen çalışmalardan ele geçen önemli eserler bulunmaktadır; halen yürütülen çalışmalar sonucunda birçok kalıntı ortaya çıkartılmaktadır.

Eski Foça’nın güneybatısında kalan Şeytan hamamı olarak adlandırılan yer, bir hamam olmayıp, antik döneme ait kayalara oyulmuş bir mezardır.; uzun bir dromos ve iki mezar odasından oluşmuştur. İki oda arasında da kemerli bir kapı bulunmaktadır. Her iki odanın içinde tabana oyularak yapılmış ikişer mezar bulunmaktadır. Elde edilen seramik parçaları mezarın M.Ö. 4.yüzyılın sonunda inşa Edilmiş olduğunu göstermektedir.

Ord. Prof.Dr. Ekrem AKURGAL’ın yürütmüş olduğu çalışmalar sırasında Athena Tapınağı’nın yeri saptanmış ve tapınakla ilgili çok sayıda buluntu ele geçirilmiştir. Körfeze hâkim bir konumda, eski ortaokul yapısının yer aldığı alanda Athena Tapınağı bulunuyordu; çalışmalar sırasında çok sayıda sütun tamburu, altlık ve başlık parçalarıyla diğer mimari elemanlar ele geçmiştir. Antik Dönem yazarlarının bahsettiği Athena Tapınağı M.Ö. 6.yüzyılın başlarında inşa edilmiş olmalıdır; çok sayıda onarım görmüş olan ilk tapınak, kazı sonuçlarına göre Roma Dönemi’ne kadar ayakta kalmış olmalıdır. Son dönemde Athena tapınağı alanında bulunan Arkaik Dönem’den malzemesi işlemesi nispeten kolay tüf taşından (Foça taşı) büyük griphon ve at heykelleri Phokaia’nın Antik Yunan dünyasında büyük taş heykeltıraşlığındaki öncü konumunu da ortaya koyar. Phokaia’da arkeolojik kazılar halen devam etmektedir.

 Son kazılar ve yüzey araştırmaları sonucunda Phokaia’nın M.Ö.590-580 yıllarında Herodot’un bahsettiği bir kent duvarıyla çevrilmiş olduğu;  Arkaik Dönem’de kentin geniş bir alana yayıldığı ve sınırlarının yarımadayı aştığı; M.Ö. 6.yüzyılın ilk yarısında dünyanın en büyük kentlerinden biri olduğu saptanmıştır. Herodot Duvarı adı verilen Arkaik duvar, bugünkü modern mezarlığın kuzeyinde yer almaktadır. Arkaik Dönem kent duvarının geçtiği yerler saptanarak bu duvarın uzunluğunun 5km.yi geçtiği ve tüm kenti çevirdiği anlaşılmıştır;

Söz konusu duvar daha geç bir dönemden taş yığma suretiyle yapılıp üzeri toprakla örtülmüş bir tümülüsün içinde oldukça iyi bir durumda kalmışsa da 1970’lerdeki bir yol çalışması sırasında ciddi bir tahribata uğramıştır. Maltepe Tümülüsü’nün batı bölümünde, Foça-İzmir karayolunun hemen yanında yürütülen çalışmalarda Phokaia’nın en eski duvarı, kapısıyla birlikte ortaya çıkarılmıştır. Phokaia ‘da Ortaçağdan günümüze gelebilen, Cenevizlilere ait olan kalıntılardan 1275 yıllarında kent çevresinin oldukça güçlü duvarlarla çevrili olduğu anlaşılmıştır. Cenevizlilere ait olup 500 m. uzunluğundaki su kemerleri ile suyollarının pek azı günümüze gelebilmiştir.

Foça yolu üzerindeki Taş Kule olarak bilinen Pers mezar anıtının kazı, yenileme ve çevre düzenlemesi yapılmıştır; Perslerin Phokaia’yı ele geçirmelerinin tarihi belgesi olan bu anıt M.Ö. V.yüzyılın sonları ile VI. yüzyılın başlarına tarihlenmektedir. Monoblok bir tüf kayanın oyulmasıyla oluşturulan bu anıt-mezar Eolia’da Persler’den günümüze gelen tek yapıdır. Sınırlarını genişletmek için Batı’ya doğru ilerleyen Kyros, Sardes’i ele geçirdikten sonra Phokaia’yı almışlardır.  1913 yılında Sartiaux, Değirmenli Tepe’nin kuzeybatı yamacında yapmış olduğu çalışmalarda sonuç alamamış olsa da son dönem kazılarında aynı alanda Tiyatro Tepesi üzerindeki değirmenler ile tiyatronun yeri bulunmuştur. Burada yoğunlaştırılan kazılar sonunda yerel tüf taşından cavea ile analemma duvarları ortaya çıkarılmıştır. Helenistik döneme ait, oturma kademelerine kazınmış yazıtlar tiyatronun Roma öncesi yapıldığını göstermiştir. Ayrıca cavea’nın altı ile skene üzerindeki Geç Roma dönemine tarihlenen çok sayıda çanak çömlek parçaları burada bir de keramik atölyesi olduğunu göstermektedir. Bunun yanı sıra kademeler üzerindeki ölü külü çömlekleri tiyatronun Roma döneminde kullanılmadığına da işaret etmektedir. Ele geçen bulgular Phokaia Tiyatrosunu M.Ö. 4.yüzyılın 3.çeyreğine tarihlendirmektedir.

Yarımadanın kuzeyindeki kayalığın denizle birleştiği yerde kayalara oyulmuş bir kutsal alan ortaya çıkmıştır; aynı zamanda limanın girişi olan bu kutsal alana dört basamakla çıkılıyordu. Kayalara oyulmuş nişlere de büyük olasılıkla adaklar konuluyordu. Phokaia’da Kybele kültünün yaygın olduğu düşünülecek olursa bu kutsal alanın da ona adandığı tahmin edilebilir. Değirmenli Tepe’de de Kybele ‘ye atanmış bir kaya mabedi de bulunmuştur. Athena Tapınağı terasının kuzey yamacında ve Liman Kutsal Alanı’nın üzerindeki duvar, Phokaia kent duvarının kronolojisini göstermesi açısından önemlidir. En altta M.Ö. 590–580 yıllarına tarihlenen sur duvarı; bunun üzerinde Roma Dönemi onarımı; daha yukarıda M.S.13.yüzyılın son çeyreğinde yapılmış Ceneviz onarımı; en üstte de 1538–1539 yıllarında yapılmış Osmanlı onarımı yer almaktadır.

Foça’nın günümüzdeki yerleşim alanında 1995–1996 yıllarında yapılan araştırmalarda M.S. II. yy.a ait atriumlu Roma dönemine ait bir ev ortaya çıkarılmıştır. Avlu çevresi sütunlu, üstü kapalı bu evin odalarından birisinde de renkli taşlardan oluşturulmuş ve iyi durumda döşeme mozaikleri çıkarılmıştır. Süslemeli mermer bloklar ve seramik atölyelerinin bozuk üretimlerinin atılmasıyla oluşmuş çöplükler bu şehirdeki diğer önemli antik kalıntılardır.

Siren Kayalıkları Homeros Destanı’nda yer alır ve yolunu şaşıran gemilerin çarptıkları kayalıklar olarak söz edilir.  Siren Kayalıkları, Fok Balıklarını andıran adacıkların en büyüğü Orak Adası’nın kuzeybatısındadır. Siren Kayalıklarının ismi Yunan mitolojisinde de geçmektedir;  vücutları kuş, başlarının kadın şeklinde olduğuna inanılırdı. Yaptıkları müzikle insanları kayalara çektiklerine, bu müziğin etkisinde kalan gemicilerin yollarını şaşırtıp kayalara çarparak battıkları inancı yaygındı. Tümüyle volkanik bir yapıya sahip kayalıklar yüzyıllar boyunca aşınmış ve doğaüstü şekiller almıştır.

Antik Dönem’de kentin doğusundaki tepeler üzerinden geçen sur, Maltepe Tümülüsü ve Eski Hükümet Konağı Alanı’ndan geçerek Athena Tapınağı’nın bulunduğu yarımadayı kuşatıyordu. Liman Kutsal Alanı’nın bulunduğu kayalığın üzerine oturtulan antik surun üzerinde Roma, Ceneviz ve Osmanlı onarımları görülmektedir.

TÜRK HÂKİMİYETİ DÖNEMİ

Foça’nın güneybatısında “Dış Kale ya da Ceneviz Kalesi” diye olarak adlandırılan savunma amaçlı da kullanılmış olan kale, kaynaklara göre 1678 yılında bölgeyi korumak için stratejik bir noktada yapılmıştır. Beşkapılar’da bugün Açıkhava tiyatrosu olarak kullanılan bölüm ise Osmanlı Dönemi kayıkhanesidir. Giriş kapısının üzerinde yer alan yazıta göre onarımı, Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu Sultan Mustafa Han’ın oduncusu Silahtar İskender Ağa 1538–1539 yıllarında yaptırmıştır. Kültür Bakanlığınca kalenin bu bölümünde 1983 ve 1993 yıllarında iki ayrı onarım gerçekleştirilmiştir.

Osmanlı Dönemi’nden kalma iki cami, Foça Fatih Camii ve Foça Kayalar Camii; aynı dönemden görece iyi korunmuş kitabe ve plastik süslemeleriyle mezar taşları Phokaia’daki diğer önemli tarihi eserlerdir. Foça’nın güneyinde yer alan Osmanlı Mezarlığı, Foça’daki Türk yerleşiminin tarihi ve yoğunluğu konusunda fikir verebilir.

   Foça 13. yy’da Türk Beyliklerinden Çaka Bey’in; daha sonra Saruhan Beyliği’nin yönetimindeydi. Fatih Sultan Mehmet 1455’te Foça’yı Osmanlı İmparatorluğu topraklarına kattı.

   1867’de Foça ve bucağı Yenifoça birleştirilerek Manisa eyaletine bağlandı. 15 Mayıs 1919’dan 11 Eylül 1922’ye kadar Yunanlılar’ın egemenliğindeydi. Kurtuluş Savaşı’nda 11 Eylül 1922’de Atatürk Foça’ya girdi ve 11 Eylül Foça’nın kurtuluşu olarak kutlanmaya başladı

KARATAŞ EFSANESİ  

Foça’da halk arasında anlatılan bir efsane vardır; ünlü Karataş Efsanesi… Adı üzerinde efsane, yorumlara açıktır. Foça’nın gizemli çekiciliğine tam anlamıyla yakışan bir efsanedir bu. Foça’da nerede olduğu bilinmeyen bir taş vardır ve Karataş olarak anılır. Herhangi bir kaldırım taşı da olabilir bu gözümüzün önünde sadece taş diye durup duran; ya da yer altında, görmeden-bilmeden her gün üzerine basıp yürüdüğümüz Arnavut kaldırım taşlarından birinin metrelerce altında da. Gizemi ve çekiciliği de buradan doğmakta sanırım. Bilinmeyen bir taş ama neden olduğu efsane daha da çekici

“Her kim ki; Foça’da nerede olduğu bilinmeyen KARATAŞ’a basar ise; basireti bağlanır ve içinde bir yerlerde Foça’ya yerleşme ve hep burada olma isteğini bulur. Yolu nereye giderse gitsin, Karataş’a basan kişi bir gün mutlaka Foça’ya geri dönecektir”

Karataş var; bunu herkes biliyor da nerede olduğunu kimse bilmiyor. Gezip dolaşırken bu taşa basan mümkünü yok bir daha Foça’dan kopamıyor. Çok zorlanıp bir yerlere gitse de mutlaka dönüp dolaşıp gene geliyor Foça’ya. Bir kez yolunuz Foça’ya düşmeye görsün, Foça’ya gelip de o büyülü havasını yakalayabilen herkes bu öyküyü duyunca dolaşıp duruyor sokaklarda. Belki Karataş’a basarîm da bu yaşanası kasabada kalırım umuduyla. Bize kalırsa Foça’nın her yeri Karataş. Foça’yı görüp de sevmemek, dönüp gelmemek mümkün değil de ondan

Kaynak: İZMİR İL KÜLTÜR VE TURİZM MÜDÜRLÜĞÜ

 

 

 

Bir yanıt yazın